31 Oca 2009

Hayvan Mahremiyetine Saygı - Neden Eşek ?





  "Bloguma google ile ulaşan kişi , blogda 'hayvanlar aleminde
eşeklerin cinsel yaşantısı' başlığını bulabildin mi? "
  Bulamadıysan bizzat ben yazacağım da ondan.
  Hayır eşeklerin cinsel yaşantısıyla alıp veremediğin ne bilmiyorum.
Eşeklerin de kendilerince özel bir hayatları var ve elbet mahremlerine
girilmesinden hoşlanmayacaklardır.Nedir bu merak? Hem neden
eşek ? Mesela bir ayı , bir ornitorenk değil de eşek ?
  Pff...

29 Oca 2009

The Curious Case of Benjamin Button - Tersine Bir Yaşam





  The Curious Case of Benjamin Button adından da anlaşılacağı
gibi oldukça tuhaf bir hikayeyi anlatıyor.Bu tuhaf ama masal
gibi film özetle şöyle :

  80 yaşındaki birinin sahip olduğu tüm bedensel sorunlarla
beraber doğan Benjamin Button , diğer insanların aksine seneler
geçtikçe gençleşmesiyle sevdikleri ve çevresindekileri şaşırtan
bir karakter.Doğumu sırasında, annesi ölmek üzeredir.Ölmeden önce
istediği tek şey ise Benjamin'in babası Thomas Button'ın oğluna
iyi bir yaşam sunması.Ancak Benjamin'in ürkütücü görüntüsüne
dayanamayan Thomas onu bir huzurevinin önüne 13 dolar ile
birlikte bırakır.Onu kapının önünde kimsesiz bulan Queenie onu
huzurevindeki odasına alır ve kendi çocuğuymuş gibi bakmaya
başlar.
  Henüz 5 - 6 yaşlarındayken 70 yaşındaki bir adamın görünütüsüne
sahip olan Benjamin , huzurevindeki hayata alışmıştır.Sıradan
bir çocuğun hisleriyle yaşıyor olsa da etrafındaki herkes ona
yaşlı bir adammışcasına davranır.Daisy hariç.Kendi yaşlarındaki
bu kız her ne kadar ondan oldukça genç gözükse de onun yaşlı
biri olmadığının farkındadır.Benjamin ilk görüşünden itibaren
Daisy'den hoşlanır.
  Bir süre sonra Mike isimli bir kaptanın teknesinde ufak da olsa
bir iş bulur.Benjamin , bu iş için oldukça isteklidir ve bir süre
sonra bu tekneyle denize açılır ve çeşitli yerleri gezer.Bu arada
Daisy'ye de kart atmaktadır ancak günün birinde kaldıkları otelde
rastladığı bir kadından hoşlanır.Önceleri sadece gece konuşmalarıyla
süren bu durum , bir süre sonra gerçek bir ilişkiye dönüşür.Ancak
bir gece aniden kadın gider.Bu sırada Amerika 2. Dünya Savaşı'na
girmiştir ve Benjamin , Mike ve tayfasıyla beraber savaşa gider.
Savaşın kanlı yüzünden habersiz , hurdaya çıkmış gemileri taşıyan
tekne sonunda bir denizaltı ile karşılaşır ve denizaltının ateşi
sonucu Mike dahil teknedekilerin çoğu ölür.Benjamin bundan sonra
eve dönmek zorunda kalır.
  Gençleşerek yaşamaya devam ederken Daisy huzurevini ziyarete
gelir.Birbirlerinden hala daha hoşlansalar da Daisy farklı bir yaşam
seçmiştir .Dans eğitimi alması onu cinsel konularda özgürleştirmiş ,
eski küçük Daisy olmaktan çıkarmıştır.Bir kaç denemenin sonunda
birbirleriyle uyuşamayan Daisy ve Benjamin bir süreliğine yollarını
ayırırlar ancak Daisy Paris'te araba kazası geçirip dans edemez
hale geldikten bir süre sonra tekrar beraber olurlar.Benjamin
gün geçtikçe daha da gençleşmektedir ve Daisy ile uzunca bir süre
oldukça keyifli bir şekilde yaşarlar.
  Ancak sorunlar Daisy'nin hamile kalmasıyla başlar.Benjamin gün
geçtikçe gençleştiğinden dolayı kızına babalık edemeyeceği
korkusunu taşır ve bir süre sonra kızı Caroline ve Daisy'yi bırakıp
gider.Döndüğünde 20lerinde bir erkek görüntüsüne sahiptir ve Daisy
oldukça yaşlanmıştır ancak yine de son kez bir gecelerini beraber
geçirirler.
  Tüm bu olanlardan sonra Benjamin küçük bir çocuk haline gelir.İyice
yaşlanan Daisy huzurevine yerleşir ve Benjamin'e bakmaya başlar.Gün
geçtikçe tüm hafızasını yitiren Benjamin Daisy'nin kollarında
minicik bir bebekken ölür.

  Tüm hatlarıyla olmasa da genel olarak böyle özetlenilebilir The
Curious Case of Benjamin Button.İyi bir film izlemek istiyorsanız
sakın kaçırmayın.

28 Oca 2009

Cro-magnon İçimizde - Evrimleşememiş Erkek


  Neanderthal ırkı bilimadamlarına göre cro-magnon insanları tarafından
soykırıma uğramış olabilir , cro-magnon insanlarının yaklaşık 40.000 yıl
önce soyunun tükendiği iddia edilebilir ancak cro-magnon türü bence 
hala varlığını bir şekilde sürdürüyor ve hatta aramızda bunlardan bolca 
bulunmakta.Çağdaş insan, "tek orijin hipotezi" veya "çoklu bölge hipotezi"
ile oluşmuş olabilir , ancak bu evrim sırasında bazıları cro - magnon olarak
kalmakta ısrar etmiş besbelli.Çoğunluğu da şu an Türkiye'de ikamet 
etmekte.
  Ben bu ilkel canlıları çok merak ettim ya da konu hakkında araştırma 
yapacağım ama uygun örnek bulamıyorum , fosilleri görmek için de Avrupa'ya
gidemem diyorsanız , fazla aramaya gerek yok . Kadıköy - Taksim - Eminönü  
bu türü en çok barındıran bölgeler.Cro-magnonlar , homo sapiens türünün ilk 
atalarından olup, beyinsel gelişim anlamında günümüzdeki farkındalığının 
farkında olan (ama aslında pek de olmayan) yani homo sapiens sapiens türüne 
göre oldukça geridir.
  Lafı uzatmayalım da fazla bilimsel(!) makalemiz yarım kalmasın.Kadıköy
bölgesi cro-magnonlarından önemli örnekler şunlardır :

1-Kadıköy bölgesi cro-magnonlarının en önemlileri "Laf Attığını Sanıp Da
Attığı Lafla Kalanlar" türüne aittir.Bu türün canlıları , homo s.s. insanlarının
dişilerinden birini görmeleriyle beraber (bkz : sadece görmekle ) bir takım cinsel
dürtüler geliştirirler , ancak homo s.s. insanlarının dürtülerine nazaran bir mart
kedisi dürtülerine sahip olduklarından dolayı ergin bir birey gibi davranamaz ve
laf atarlar.Homo s.s. dişileri genelde aynı türde olmadıkları bu türlere cevap
vermezler , ancak nadir de olsa bu iki türün yakınlaşabildikleri gözlemlenmiştir.

2-Bir diğeri ise "Pardon , Tanışabilir Miyiz ?" türüne mensup cro-magnonlardır.
Bu tür bir önce tanımlanan türe göre daha fazla günümüz insanına benzerler , 
ancak görüntüsel benzerlik beyin gelişimlerini etkilememiştir.Önceden beri 
gözle taciz ettikleri homo s. s. dişilerine ava yaklaşırcasına yaklaşır , adres 
sorma süsü ile tanışma teklifinde bulunurlar.En az ilk tür kadar başarısızdırlar,
ancak homo s. s. dişilerinin düşük zeka seviyesine sahip bireyleri kimi zaman 
bu teklifleri ciddiye alabilir.

3-Üçüncü ise "Şarkı Söyleyerek Yakında Bulunan Kızı Tavlamaya Çalışanlar"
türüdür.Bu türün canlıları , kendi türlerine mensup diğer canlıların iletişim aracı
olan bir nota yığınını homo s. s. dişisinin üstlerine kusarlar.Çoğu homo s. s.
bu nota yığınlarının anlamını bile çözemedikleri için , yapılan girişimlerin %90'ı
başarısız olur.

  Genel anlamıyla Kadıköy cro-magnonlarının üç türü bunlardır .Diğer türler 
ise bu genel üç türün alt sınıflarıdır.

  Chu-Chu Sensei'de Gelecek Hafta : Taksim cro - magnonları nerelerde takılır ?


Kaçıp Geri Dönmek - Gereksiz Yazı





  Üç gündür evi sadece deri yüzeyimi temizleme alanı olarak
kullandığım için blog isimli zat-ı muhterem arkadaşın ne
olduğunu unuttum.Hadi blogu bırak , evde kedi bile hastalanmış
ve ben dünya yansa ben yine de keyfime bakarım modunda geziyorum.
Kedim hastalanmış lan!Çok önemli bir durum bu.Benim gibi
hayvan delisi birinin bu kadar umursamaz davranmaması gerekirdi
ancak kaçarım ben bu evden diye vınladım . Çok sıkıldım evde .Üç
günün sonunda eve geceye doğru ulaşınca blog falan yazacak
halim kalmadı tabi.Ama bugün evdeyim , tüm gün hem de .Bütün gün
kıçımı yayıp oturacağım .
  Otostopçunun Galaksi Rehberi'nin beşibiryerde diye isimlendirilen
ansiklopedik boyutunu aldım .Kafaya vursan adam öldürür.Kapağın
yan kısmında da filmde "so long and thanks for all the fish" diye
şarkı söyleyip dünyanın hiperuzay kestirme yolu olması için yok
edilmesinden önce kaçan yunuslardan birinin resmi var .
  Dünyadaki "kilo mu almışsın ne" diye insan sinirini bozan bütün
teyzeler Afrika kabile ayinleriyle yok edilsin kampanyasını şu an
hemen burada başlatıyorum.Kendi kocaman götlerini görmeyen bu
teyzeler genç insanlarla iletişim kuramayacak bir yere götürülsün,
hayatlarını Seda sayan izleyerek geçirsinler.
  Twilight'ı izledim.Çok kötü izlemeyin.İzleyin diyen romantiklere
de kanmayın sakın.Onların ihtiyacı var.
  Sıkıldım.

24 Oca 2009

Minder Altı Aşk - Koltuk Üstü Seçicilik





   Bir koltuğa aşık olmak için gereken özellikler ;

* Öncelikle koltuğun üç kişilik gözükmesine rağmen 7 vileda
sopası kıvamında insanımsı yoğunluk-hacim-kütle bütünlüğü
barındırabiliyor olması bizler gibi önemli kütle toplamlarını
derinden etkiler , bundan emin olun sayın okuyucu.

* Koltuk diye adlandırdığınız potansiyel aşk yuvasının boyunun
uzun olmasını tercih edelim . Boyumuz sığmalı ki televizyon adlı
sevimsiz renk cümbüşüyle rahatça hipnotize olabilelim.

* Koltuk bizlere özgür seks yaşantısı sunabilmelidir.Eğer güllü
dallı desenleriyle karşı veya aynı (kimi tercih ediyorsanız)
cinse olan şevkinizi kırıyorsa , kapıdan geçecek olan eskicinin
sesini dinlemeye başlayın pek önemli okur.Böyle koltuklara
aman yazıktır açılımı yapmak gereksizdir.

* İçinde yaşadıkları kutucukların içinde kedi , köpek , hamster ,
lama , kaplan ,tavus kuşu gibi tüy yumakları barındıranlar için
önemlidir koltuğun tüyleri kendine çekmesi.Koltuğumuz tüy toplayan
cinstense bilmeliyiz ki bunun cinsi zaten bozuktur muhterem okur.

* Üstünde uzunlukları Mehmet Okur - Okan Bayülgen ve şekilleri
Zerrin Özer - Ebru Şallı boyutları arasında gidip gelen yastıklar
bulundurmalıdır zevk-i sefa koltuğumuz.Yastıklarımız koltuğu hem
daha çekici kılar hem de insan yoğunluk-kütle-hacim bütünlüğünün
uzun eklentili olanlarının , yuvarlak eklentilileri rahat baştan
çıkarmasını sağlar.

* Koltuğumuz karakterli olmalıdır.Her önüne gelen yağ deposu
kalçayı üstüne oturtma alışkanlığı varsa o koltuk çoktan kötü
yola düşmüştür , onu terbiye etmeliyiz.Koltuğumuzun eğitimi için
gerekli olanlar ise bir avuç raptiyeden ibarettir çok sevgili
okur.

* Başından geçen iş kazalarına karşı metanetli olmalıdır.İnekli
kupalarımızla üzerine kafein deposu döktüğümüzde , menstrual
siklus sırasında minderinde havuz oluştuğunda ya da insan
yoğunluk-kütle-hacim bütünlüğünün uzun eklentili olanları
çeşitli noktalarına su + bepanthene + uhu karışımı bir solüsyon
bıraktığında ses çıkarmamalıdır pek agucuk bugucuk okur.

* En önemlisi de bize karşı dürüst olmalıdır.Minderleri arasında
sakladığı sırlar varsa eğer , kedi korkutan süper sesli makineyi
ona doğrultup gerçekleri söyletmeliyiz çok meraklı okur.

   Koltuğunuz eğer tüm bu özelliklere sahipse ona aşık olup, rahatça
kalçanıza yeni yağları depolayabilirsiniz.Mutlu ve koltuklu günler
dileğiyle...



Ülkesi Olmayan Adam - Bıyıklı Amcanın Notları




    Kurt Vonnegut - A Man Without A Country kitabından alıntılardır :

" -Dünyanın en komik fıkrası : Dün gece rüyamda yünlü kekler yiyordum.
Uyandığımda battaniyem gitmişti."

" -Evrim öyle yaratıcı ki , zürafalara bu sayede sahip olduk."

" -Buraya , yeryüzüne avare avare dolaşmak için geldik.Sana bundan
farklı bir şey söyleyen olursa aldırma."

" -Bu oral seksle golfte ne var , ne olabilir ki acaba?
                                                                 Marslı Ziyaretçi "

" -Bu sonun başlangıcı neydi? Kimileri Adem , Havva ve bilgi ağacının
elması olduğunu söyleyebilir , kuşkusuz bir kandırılma davası.Ben ,
başlangıcın Yunan mitolojisinde ateşi Zeus'tan çalarak insanlara veren
tanrıların oğlu ve bir titan olan Prometheus'tur diyorum.Tanrılar öyle
kızdılar ki onu çırılçıplak , sırtı dönük olarak bir kayaya zincirlediler
ve kartallar ciğerini yesin diye orada bıraktılar.Evladını dövmeyen
dizini döver.
    Ve şimdi tanrıların böyle yapmakta haklı oldukları açıkça görülüyor.
Yakın kuzenlerimiz olan goriller , orangutanlar , şempazeler ve Asya
maymunları bugüne kadar çiğ bitkileri yiyerek gayet güzel yaşamışlarken,
biz sadece sıcak yemek hazırlamakla kalmayıp bir zamanlar yaşam destek
sistemi sunan bu yararlı gezegeni iki yüz yıldan daha kısa bir sürede
özellikle fosil yakıtlarla termodinamik bir alem yaratarak tamamen
tükettik.
    Michael Faraday adlı İngiliz ilk elektrik jeneratörünü daha yüz yetmiş
iki yıl önce yaptı.
    Alman Karl Benz içten yanmalı motorlu ilk otomobili yapalı sadece
yüz on dokuz yıl oldu.
    Şimdi kuru bir delikten ibaret olan ABD'deki ilk petrol kuyusunu
Titusville , Pennsylvania'da Edwin L.Drake sadece yüz kırk beş yıl önce
açtı.
    Ve tabi Amerikalı Wright kardeşler sadece yüz bir yıl önce ilk uçağı
yaparak onunla uçtular.Benzinle işliyordu.
    Karşı konulmaz bu alem hakkında konuşmak mı istiyorsunuz ?
    Bubi tuzağı.
    Fosil yakıtlar çabucak alev alır ! Evet , ve bizler şimdilerde neredeyse
son nefeslerini , damlalarını ve parçalarını ateşliyoruz.Artık elektrik
yok .Her tür taşımacılık durmak üzere ve Dünya gezegeni çok yakında
kafatasları , kemikler ve işe yaramayan makinelerden bir kabuğa sahip
olacak.
    Artık hiç kimsenin elinden bir şey gelmez.İş işten geçti.
    Eğlenceyi bozmayın , ama gerçek şu : Hava ve su dahil gezegenimizin
kaynaklarını sanki yarın yokmuşcasına heba ettik ve artık bir yarın
olamayacak.
    İşte mezuniyet balosu bitiyor , ama henüz yolun yarısında bile değiliz..."


1950'nin İdeal Kadını - Kalıplar ve Bukleler




  İlk milli sözlük yazarlarımızdan Ahmet Vefik Paşa(1823-1891)
Lehçe-i Osmani'yi hazırlarken kadın kelimesini şöyle tanımlar;
"Kadın , hatun kelimesinin başka bir şeklidir.Kadın ya da
kadun , kadamak fiilinden türetilmiş Türkçe bir kelimedir.
Kadamak fiili ise yönetmek , emretmek anlamına gelir.Yani
kadın yöneten , emreden demektir."
                        ....................................
  NTV Tarih dergisinin Şubat 2009 sayısında gördüğüm bir
resim epey ilgimi çekti .Resimde tasvir edilen kadın 1950
yılının ideal kadını.İdeal olmak , mükemmel olmak gibi fazla
garip bir yaklaşıma sahip dönem kadın uzmanlarının(!) harika
kadın tarifi aynen şöyle ;

1-Sarışın : 1950'de ideal olabilmek için ilk şartımız sarışın
olmak.Olur ya , siyah veya kızıl saç sahibi biri çıkarsanız
eğer ideal olma şansını baştan kaybedersiniz.

2-Uzun Saçlı : Sarışın olmak yetmez ! Sarı uzun ve bukleli
saçlar sizi 1950'de oldukça popüler yapabilirmiş .Kısa
saçlılar , üzgünüm , elendiniz.

3-Grek Burunlu : Bu sanırım özel bir burun şekli , uzmanlarımız
burun için sıfat bulamamışlar , e bari Yunan burnuna benzesin
demişler.Zaten Yunanlılar diğer dünyalılardan farklı noktasal
burunlara sahipler !

4-Dolgun Dudaklı : Diğer bir deyişle köfte dudaklı . Eğer
botokslu dudaklarınız yoksa 1950 dönemine göre oldukça
çirkinsiniz.

5-Berrak ve Şen Yüzlü : Yüzünüz damacana suyu kadar berrak olsun
emi !

6-Dolgunca Göğüslü : Küçük göğüsleriniz mi var ? Ne ayıp . 1950'de
bir hiçsiniz.Ancak şimdi göğüscüklerinize(!) polisilikosan doldurup
ideal kadın olabilirsiniz.

7-İnce Belli : Güzel olmanın diğer bir şartı ise çay bardağı gibi
olmak.Ne kadar dar o kadar estetik.

8-Mevzun ve Mütenasip Bacaklı : Yani biçimli ve orantılı bacaklarınız
olacak.Orantının formülünü bulursam başka bir yazıda sizlerle
paylaşacağım ki yararlanasınız sevgili idealist kadınlar.

9-İnce Bilekli : Bileklerinizin kalınlığı, kedi kuyruğu kalınlığından
fazla ise ne yazık ki çirkinin alasısınız.Bilek dediğimiz oluşum
öyle olmalıdır ki ilk topuklu ayakkabıyla Taksim'de yürüdüğünüzde
kırılabilmeli , en kötü ihtimal incinmelidir.

10-Ufak Ayaklı : Kayık genişliğinde ayaklarınız varsa ne yazık size.
Ayak dediğiniz en fazla 35 numara olmalıdır ki asla ayağınıza göre
ayakkabı bulamayın.İdeal kadın gerekirse çocuk ayakkabısı da
giyebilmelidir.

11-Tahsilli : Tüm bunlara sahip olup da eğer çerçeveletilmiş süs
diplomasına sahip değilseniz ideal kadın olma şansını en son
maddede kaçırdınız demektir.

  İşte 1950'de güzel olmanın 11 yolu !Bugün dahil en ufak fark
oluşturmamış bakım-kozmetik-güzellik sektörü asırlardır kadınları
parmağında oynatmıyor mu?Kadınlar güzel olabilmek için hala daha
onlara ideal yöntemler sunan sahtekarlara tonlarca para akıtıyor.
Bu yaklaşım sürdüğü sürece kadınlar yanlış şekilde idealize
edilmeye devam edecektir.

                              ...................................
  Ahmet Vefik Paşa kadını tanımlarken emreden , yöneten demiş
demesine de , sizce de asıl yöneten güzellik endüstrisi değil mi?




23 Oca 2009

Platonik Mektup Sendromu - Daniel Craig Bebeğim





  Bu mektup tamamen geyiktir , hatta geyik boynuzudur.
                 Lütfen ciddiye almayınız ...


  1.78lik çirkin prensim benim.Boyum iki cm daha uzun
olsa sana yetişirim ancak boy önemli değil , yeter ki
gönüllerimiz bir olsun.Aramızdaki 19 yaş benim için hiç
problem değil , hem zaten ben olgun erkeklerden çok
hoşlanırım.Müstakbel babacığım Timothy ile anneciğim
Olivia'ya selamlarımı iletir , ellerindan öperim.
Sevgili görümcem Lee nasıl ? İngiltere'ye bir daha
geldiğim zaman onu da görmeye gideceğim.
  Seni ilk gördüğüm anı hatırlıyor musun aşkım?Sen
Layer Cake denilen o filmde salına salına oynarken,
ben şişmiş kaslarından başka bir şeye bakamaz oldum.
Elin karılarıyla sarmaş dolaş çektiğin sahneler
ölüm gibiydi , bilemezsin.Ya Munich'e ne demeli?
Sen o daracık pantolonlarla , yapılı vücudunla bana
bakarken , ben ne yapacağımı şaşırmıştım.Eric Bana da
kimmiş , orada yıldız sendin !Uzun süre görememiştim
seni , korkunç yalnızlığıma dayanamıyordum.Bir gün
film afişlerine bakarken ne göreyim , Golden Compass .
Heyecandan ellerim titredi bebeğim , seni görebilmek
için öğrenci indirimli bilete 11 TL (o araki adıyla YTL)
ödedim.Tatlım seni toplasan belki 5 sahne gördüm ama
bu bile aşkımın yeniden alevlenmesine yetti.Nicole Kidman
ablama saygım sonsuz , ancak iki film peşpeşe senle
beraberdi diye kıskanmadım da değil.Ancak aşkımızdan
öyle eminim ki , biliyorum Nicolelerin alayı gelse benden
vazgeçmezsin.
  Bebişim , senin için Liverpool maçlarını takip eder hale
geldim.Orta sahada Xabi Alonso top koştururken bile aklımda
hep sen vardın ve senin için Fernando Torres kadar atak
olurum , bilirsin.Esquire seni en iyi giyinen seçtiğinde
güldüm , çünkü sen giyinmeden güzelsin .Casino Royal'i
izlerken denizden çıkışına sulanan kızların tuvalette
saçlarını yoldum , adam ettim.Bir daha benden başka kimse
sana istekli gözlerle bakamaz meleğim.Sen yeter ki çağır,
hemen yanına gelirim.Kızın annesiyle kalmak zorunda kalmaz ,
gelsin ben ona öz annesinden de güzel bakarım.Aşkım sen
iste İstanbul-Londra arası metro döşerim.
  En yakın zamanda yanına geleceğim sevgilim.o Satsuki
şıllığına da söyle , etrafında dolaşmasın.
                                            Seni çok seven aşiften...

21 Oca 2009

Hızlı Düşünceler Geçidi - Soru Sorma Bandosu




  Ne zaman sorular sormaya başlasam aslında ne öğrenmem
gerektiğini unutuyorum.Soru sormaya gerçekten ihtiyacım
mı var , yoksa öğrenme , bilme arzusu bende bitmeyen bir
takıntıya mı dönüştü? Ne kadar öğrenebilirim ya da sınır
var mıdır öğrenme hususunda.Öğretici olan kim peki?Ben
miyim kendime aslında her şeyi öğreten , yoksa eli
cetvelli hocalar mı lazım fikirleri düzene sokmak için?
Başka bir deyişle, öğrenebilmek için antik Yunan filozofları
gibi sürekli düşünüp de sonuca beyinle ulaşmak mı
gerekir yoksa doğa ve insan kavramı bilimin dediği gibi
sabit kurallar bütünüdür de bu kuralları bildiğimiz
sürece bilgiyi de elde etmiş mi oluruz?Doğa gerçekten
maddesel midir veya maddesel olarak bilmenin sebebi saf
algı şeklimizden mi kaynaklanır?Ya algılarımız bizi
dünyanın net varlığına inandırıp bizlerle dalga geçiyorsa?
  Bilinç nedir peki ?Bir algı sorunu olarak mı tanımlamak
lazım bilinci yoksa algı zaten bir sorun oluşturduğu için
bilinç otomatik olarak sorunun yan ürününü mü teşkil
ediyor?Madde olarak nitelendirdiklerimiz farklı bir
beyin yapısıyla farklı algılanabilir mi?Farklı algılar
oluşturulabilirse eğer bilinç kocaman bir yalan olmaz mı?
Dünyaya dair farkındalık bu durumda baştan hatalı bir
düşünce yapısı değil midir?David Hume , zihinle anlaşılan
şeylerin ötesine geçilemediğini söylerken zihnin varlığından
hiç şüphe etmiş miydi ?Varlığı oluşturan zihin aslında hiç
varolmamışsa?Fenomenoloji öz arayışında bilince tutunurken ,
bilinç kendine tutunacak bir nokta bulamazsa?Postmodern
düşünürler bilinçle oluşan dünyanın yaratıcısını yanlış
saptamışlarsa?
  İdeler bütünü olarak kavramlaştırılanlar zaten sonsuz ide
dehlizlerinde sıkışıp kalmıyor mu?Dışarı çıkma şansları ya
hiç olmazsa?Düşüncenin varlığı ne kadar doğru olur bu
durumda?Ya da algılar ile duyumlar özde farklı şeyler
değilse ve bunları farklı olarak nitelendirenler aslında ne
olduğu hakkında gerçek bilgiye sahip olmayan insanlarsa?
  Bir düşünsene(!) , ya aslında SEN yoksan?

Sevgiliye Sanal Mektup - Bir Tıklama İçin Ağıt



  Benim uranyum beyinli sevgilim,
Ben bu satırları yazarken sen World of Warcraft'ın engebeli
diyarlarında fink atıyorsundur %99 ihtimalle.Sen benim
paladinim , ben senin blood elfinim diye ağıt yaktım , yine de
duyuramadım sesimi .Ogame diyarlarında uzay gemileri avlarken
sen , benim blogum sahipsiz pagerank artışı bekler oldu.Bir
tıkı çok gördün vefasız yar!
  Facebook'ta wall a yazmaz oldun günlerdir , sanal hıçkırıklarım
Youtube'da yayınlanır oldu .Vikipedi acıdı halime , beni
anlatır oldu .Sen ise sörf yaptın internette umarsızca ,
görmedin recent entryleri.Blogger bile bana
kucak açtı , göremedin virüs kılıklı sevdiğim.Blog etiketlerine
adını yazdım ki Googlebot buluversin seni , önemsemedin.
  Mp3 formatında aşk şarkıları gönderdim de tuttun mpegleri
onlara tercih ettin.Ah be sevgili , beni winrar ile
sıkıştırdın da yine de çıkarmadım sesimi.Msn pencerendeki
yazılara yanıt vermedin , üstüne de engelledin.Torrentlerden
indirmek istedim gül yüzünü , düşük hızda çekebildim.
  Ne Bloglines'da ne de Technorati'de ekledin beni , gittin
de yalnız kaldı bu blog sahibi.
  Ah be sevgili , sanal alemde sitem ettirdin beni!




20 Oca 2009

Kahve Molası - Atomsal Saçmalık




  Dün akşam dışarı çıkıp , melleeq ile kafenin tekinde oturduk.
Aramızda geçen saçma muhabbetten bölümler yazmak istiyorum .
chuchusensei-->c
melleeq -->m
Konuşma yaklaşık olarak şöyle ;

c : Sonuçta hepimiz atomlardan oluşmuyor muyuz ? Bu durumda
masa da sen de , yani hepimiz aynıyız.

m : Ahahaha , düz mantığa bak .Düşünsene atomların karakterleri
olduğunu . Mesela metaller böyle zırh giymiş sert tipler olsun.

c : Zuhah , yapılı , kaslı kaslı atomlar .

m : Pamuklar da böyle yumuşacık , sevimli olsunlar.

c : Cam da kırılgan bu durumda .

m : Emo gibi , ağlıyorlar falan .

c : Ahaha , su ne oluyor bu durumda ? Sürekli yer değiştiriyorlar ,
gezgin tripli .

m : Evet , böyle sürahiden dökerken elele tutuşup bağırdıklarını
düşünsene.

c : Elektron elektrona tutuşuyorlar .

m : Emo cam atomlarına destek oluyorlar .

C : Havada böyle bir hayatı takmayan , hippy havası var .Uyuşturucu
kullanır gibi .

m : Abi bugün yine mi hidrojen içeceğiz ya ...

c : Puahah , polimer yapılı malzemelerde de bir tikky havası var , yapay
komple , her yeri estetikli gibi .

m : Sert metaller polimerlerle takılıyo tabi , ağır abi tribi .

c : Zara'dan yeni proton aldım şekerim , gördün mü ?

m : Zuahah , tahtada da böyle entellektüel bir hava var .

c : Değil mi , diğer atomları beğenmez bir hali var. Ancak ateşe karşı
koyamıyorlar . Ateş seksi hatun gibi .

m : Yakıyor ama karşı koyamıyorlar , çok seksi ya .

c : Bu nötron yaktı kül etti beni .

Diye gidiyor.
Bitmez ...

Aynadaki Fahişe - Gece Kuşları




  Görebildiklerin bunlardan ibaret.
  Gözlerine sürdüğün simler akalı dakikalar oluyor ama hala
daha güzel gözüktüğünü düşünüyorsun , ne kadar safiyane . Garipseme
dediklerimi , sen busun.Kendini hep daha yukarda hissettin
hayatın boyunca , insanlar senin etrafında pervaneydi , sen
hep değerliydin , herkes seni önemserdi.Böyle bildin insanları ,
sevgilileri , aşıkları .
  Dedim ya , görebildiklerin bunlardan ibaret.
  Gözlerin mi doldu ? Yapma lütfen , sen duyularını yitireli o
kadar yıl oldu ki o gözlerinde birikenlerin gözyaşı olması imkansız.
Sadece biraz tuzlu su .Ne kadar sahtesin .Canın mı acıyor ? Gittikçe
daha komik gözüküyorsun , nasıl hissedebilirsin ki can acısını.
Etten kemikten bedeninde bir parça sızı yokken acı çektiğini düşünebilir
misin ?Kalbinde mi acı ? Güldürme beni , kalbin rutin
işlerini yapıyor yalnızca .
  Görebildiklerin senden ibaret.
  Yolunu şaşırmış bir fahişesin sadece. Girmen gerekenlerin koynundan
kaçıp , yasak bir elmayı yemeye çalışıyorsun . Isırdığın yerden kan
akıyor . Ölmüyor mu o da senin çok eskiden öldüğün gibi ? Neden
rahat bırakmıyorsun , bırak ki senin gibi taşlaşmasın . Kurumasın .
  Görebildiklerin soğuk yüzlerden ibaret.
  Göremeyeceğim bir yere git . İnsancıl gözüken kılıfın yırtılıyor ,
taşıyamıyor seni artık .Dudaklarındaki o yayvan sırıtış dışarı
çıkmadan görülemeyeceğin bir yere git.Bulaştığın nefret etrafını
sarmadan , içine gömdüğün grotesk roman kahramanların etrafta
korku salarak dolaşmadan kaç buradan . Git . Git ki ben,
sen olmayayım.
  Görebildiklerin imgelerden ibaret.
  Sevildiğini sanıyorsun hala , sevmenin ne olduğunu bile
bildiğin yok oysa.Bilmediğin şeyleri duyumsar mısın sen ?Sevgi koklanır
mı ? Yediğinde ağzında nasıl bir tat bırakır , ekşi mi tatlı mı? Belki de
acı .Sevgiyi görebilir misin , şekli var mı ? Yuvarlak mı , kenarları
sivri mi? Dokunabilir misin ona ? Dokunduğunda tenin yanar mı acı acı ,
yoksa bir yastık kadar yumuşak mı ? Duyabilir misin sevgiyi ? Aşk şiirleri,
güzel sözler mi kulaklarına sevgi diye çarpan ? Yoksa ısırdığın o
elmadan gelen acı ufak inilti mi ?
  Görebildiklerin bizden ibaret.
  Sil gözünden akmış boyaları . Dudakların kurumuş .Bir öpücükle
ıslatılamayacak kadar geç kaldın , oysa hala ıslak kalabilirdi.Sakın
gözlerindeki sudan bahsetme bana , o dudaklarına her değişinde sızlatmıyor
mu , hissettirmiyor mu sana gerçek sızıyı ? Sen sıradan bir fahişesin ,
unut sana söylenen yalanları . Gözyaşları duyumları algılamanı sağlayacak
kadar yetkin değil , deforme olmaya başlayan bedenin ise seni kraliçelerden
ayıralı o kadar zaman geçti ki, ben bile unuttum neye benzediğini .
  Görebildiklerin gece kuşlarından ibaret.
  Duydun mu öten baykuşun sesini ? Boş gözlerle bakma bana ne olur.Dışarda
öten baykuş gibisin sen de . Yalnız geceleri yaşayan , günleri öldüren bir
canlı.Güneşi görmeyeli o kadar oldu ki .Hala sıcak mıdır eskisi gibi , hala
güzeldir belki de.
  Sen sahte bir fahişesin sadece.
  Sabah oldu.
  Artık uyuma vakti.

16 Oca 2009

Kadın Sünneti : Cinsel Hazzın Ölümü


  

  
  Erkek hegemonyası altındaki toplumlarda kadınlar asırlardır
sindirilmekte.Dayak , işkence , tehdit ve dinsel baskılarla
susturulan kadınların büyük çoğunluğu ise kaderlerine boyun
eğip, susmak zorunda kalıyor.Ataerkil yapı genellikle
kadınların sosyal yaşantılarını , ekonomik bağımsızlıklarını ,
görünüşlerini ve kişiliklerini kafeslemekteyken , kimi zaman da
bazı toplumlarda daha uç örneklerle karşımıza çıkıyor ; kadın
sünneti gibi.Kadın sünneti , küçük yaştaki kızların klitorislerinin
kesilmesiyle cinsel arzuyu engellemeye çalışan ilkel bir yöntem.
Sünnet üç şekilde gerçekleştiriliyor ;
1)Clitoridectomy : Klitorisin tamamının kesilmesi ,
2)Excision : Klitorisle birlikte küçük ve büyük dudakların bir
kısmının kesilmesi ,
3)Infibulation : Klitoris , küçük ve büyük dudakların tamamen
kesilmesi,yalnızca idrar ve menstrual döngünün sağlanması için
küçük bir açıklık bırakılması.Sünnet edilen kadınların büyük
çoğunluğunda 1. ve 2. yöntem uygulanırken , kimi ülkelerde
firavun tarzı diye adlandırılan 3. yöntem de uygulanmakta.
  Afrika'nın büyük çoğunluğu, Bileşik Arap Emirliği , Yemen ,
Endonezya , Umman Ve Malezya'da bugün hala daha kadın sünneti
utancı yaşanıyor.Kimi madrabazlarca gelenek olarak nitelendirilen
bu vahşet , küçük yaştaki kızların beyinlerine kadınlığa geçişin
en önemli adımı olarak kazınıyor.Çeşitli törenlerle gerçekleşen
sünnet esnasında daha az çığlık atan kızlar takdir toplarken ,
daha çok çığlık atan kızlar ayıplanıyor.Sünnetli kadınlar
toplumda statü atlarken, sünnetsiz kadınlara fahişe gözüyle
bakılıyor.Kimi ülkelerde ise başlık parasının bedelini belirlemek
için damadın ailesinin sünnet açıklığına önceden bakma hakkı
bulunuyor , sünnet açıklığı dar olan kadınların pahası artıyor.
7-8 yaşlarındaki kızlar kadın olabilmek uğruna bu işkenceye
yüzyıllardır maruz kalıyor.
  Milattan önce de varolan bu eziyet , dinlerin ortaya çıkışından
sonra da devam ediyor ve günümüzde de ister tek tanrılı , ister
çok tanrılı dinlere inanan bir çok toplumda gelenek olarak
sürdürülüyor.Kadınların genital bölgeleri kesilirken uyuşturulmuyor,
defalarca kullanılmış steril olmayan bıçaklarla kesiliyor.Bu
durum kadınlarda tetanos , HIV gibi hastalıklara yol açıyor.Ayrıca
kadınlar idrar kaçırma , idrar tutma gibi bir çok sorunla karşı
karşıya kalırken, psikolojik olarak da ömürleri boyunca sürecek
bir yıkımla başa çıkmaya çalışıyorlar.
  Kadın sünnetine karşı örgütlenmeler elli yıldan fazla bir
süredir Afrika'nın bilinçli kadınlarınca sürdürülüyor.Birleşmiş
Milletler(UN) ve Dünya Sağlık Örgütü(WHO) her ne kadar bu konuya
kulak tıkasalar da tüm dünyadaki duyarlı insanlar kadın sünnetlerinin
önlenmesi için canla başla mücadele ediyorlar.Ancak dünyadaki
zengin ülkelerin Afrika'ya olan duyarsızlığı , Afrika'nın yaşadığı
açlık ve hastalıklar, ekonomik göstergeleri elinde tutan ve kıtanın
yerüstü - yeraltı kaynaklarına göz diken batılı şirketlerin
tutumu bu konunun unutulmasına sebep oluyor.Birleşmiş Milletler
raporuna göre bugün dünyada 130 milyondan fazla kadın ve kız
çocuğu sünnetli.
  Ataerkil yapı toplumların en küçük birimlerinden dahil kazınmadığı
sürece toplumlar bu ve benzeri vahşetleri sürdürmeye devam edecektir.





                           
                                                    

15 Oca 2009

Freaks : Bir Tavuk-Kadın Hikayesi


  Teknolojik bulamaç filmlerden hoşlananların ilgisini çekmeyecektir 
Freaks.Sadeliği , karanlığı , kendine özgülüğü birarada bulmak ancak
iki dünya savaşı arasına girmiş bu filmde mümkün.
  Tod Browning, 1932'de seyircilerin dayanamayıp sinemayı terketmesine
sebep olan bu filmi çekerken korku filmi olmasını mı , duyarlı bir sosyal
gönderme olmasını mı yoksa sadece duygu sömürüsüyle para kazandırmasını 
mı bekliyordu bilinmez ancak İngiltere'de onlarca yıl yasaklanan Freaks 
şüphesiz izleyen herkesi bugün bile dehşete düşürüyor.Günümüz korku 
filmlerinin klişelerinden uzak ve tamamen vücutları deforme olmuş oyuncularla
çekilen film izleyenleri rahatsız edecek kadar gerçek.Kendinizi asırlarca 
süregelen bedensel güzelliğe tapınma alışkanlığını sorgularken bulduğunuz film ,
normal ve anormal olanın anlamını arıyor.Toplumda ucube olarak nitelendirilen
bedensel özürlüler ,bu filmde hayatlarını sirkte çalışarak sürdürüyorlar.
  Ucubelerin kendilerine ait tek önemli kuralları var ; eğer birini incitirseniz
hepsini incitmiş , birini memnun ederseniz hepsini memnun etmiş olrsunuz.Film 
bu kuralı çiğneyen Cleopatra'nın başına gelenleri anlatıyor.Cleopatra oldukça
güzel bir trapez artisti , güzelliği etrafındaki tüm erkekleri etkiliyor ,
özellikle de Hans'ı.Hans ise kendisi gibi cüce olan Frieda ile nişanlı.Ancak 
Frieda'nın sevgisi bile Hans'ı Cleopatra'ya aşık olmaktan alıkoyamıyor.
Cleopatra ,Hans'ın kendisine olan düşkünlüğünden yararlanıp onu maddi olarak
kullanıyor.Frieda Cleopatra ile konuşmaya gittiğinde Hans'ın bir
servete sahip olduğunu ağzından kaçırıyor , böylece Hercules(Cleopatra'nın 
sevgilisi) ve Cleopatra serveti elde edebilmek için planlar yapıyor.Öncelikle
Hans ile evleniyor , daha sonra içkilerine ve yemeklerine zehir katarak onu 
yavaşça zehirliyor.Bunu gören diğer ucubeler çok geçmeden Hans'a durumdan
bahsediyorlar.İşte bu Cleopatra'nın sonunu hazırlıyor.

  İntikam arzusu film boyunca beyninize kazınıyor . İnsanların özürlülere olan
hakaretleri ve aşağılamaları öyle bir noktaya ulaşıyor ki , ucubelerin intikamları
kendilerini haklı bir konuma çekiyor.Neredeyse seksen yıllık bu film geçen
zamana rağmen hala daha sizi şaşırtıyor ve etkiliyor.
  Günümüzde empoze edilen güzel olmanın birey olmayı getirdiği hayaline karşı
ayakta duran sağlam bir başyapıt.Eğer "bizler ve onlardan" hoşlanmıyorsanız
bu filmi izleyin derim.




  

          

14 Oca 2009

Eşek Tragedyası - İnsan Komedyası


  
  "Bir eşek trajik olabilir mi?Ne taşıyabildiği,
ne de sırtından atabildiği bir yük altında telef
olduğu için..."
Nietzche

  Trajik olan eşek mi , yoksa onu bu duruma sokan
bilinçsizliği mi?Elbet eşek henüz kendi kararlarını
verebilecek kadar evrimleşmiş bir beyne sahip
değil , belki de asla sahip olamayacak.Ancak
bilinçsizliği sömürülen bu hayvanın ortalama bir
insandan farkı var mı?
  İnsanoğlu yüzyıllardır bilinç sahibi oluşunu
kendi dışındaki canlıları kullanarak kutluyor.
Düşünebildiğini sandığı için kendini diğer tüm
varlıklardan üstün gören insan ırkının kibirli
bireyleri alsında bizzat kendi türü tarafından
aldatılmıyor mu?Onlara cennetin yeşil bahçelerini
vaat eden din hokkabazları,emeklerini istismar
eden vergi vakumu devletleri,kaynakları tüketmek
için sürekli propaganda yapan şirket patronları
ve bireyselliğin önüne geçip onları hapseden
ahlak bekçileri yok mu?İnsanlar tüm bunları
olağan görüp , düzenin bir parçası olarak
nitelendirdiğinden beri sırtına yüklenmiş yükü
taşımaya çalışan eşekten daha trajik durumdadır.
Kendi algılarıyla var ettikleri dünyayı sahte
düzenleriyle tüketmekte , ahlak ve erdem
şaklabanlığıyla kendilerine ve diğer canlılara
eziyet etmektedirler.
  İnsan tahakkümü bu şekilde devam ettikçe
dünya yalnızca zulüm getirecek ve eşek , insandan
daha az trajik olacaktır.

  "Biricik dünya 'görünür dünyadır' ; 'hakiki
dünya' onun üstüne eklenmiş bir yalandır yalnızca."
Nietzche




13 Oca 2009

Huxley vs Orwell - Kara Ütopyanın Prensleri



  
  Öjenik bir yaklaşımla kurulan,sınıf ayrımını mutlulukla
kabul eden(daha doğrusu ettirilen) insanlarla dolu bir
Londra'nın mı; yoksa politik iğnelemelerle dolu ,tek parti
tek egemenlik anlayışı güdülen bir Londra'nın mı
betimlenmesi ilginizi daha çok çeker?
  1984 ile Cesur Yeni Dünya çekişmesi işte burada başlar.
Anti-ütopya yazımlarının en ünlüleri olan bu iki romanın
okurları arasındaki anlaşmazlık hangisinin günümüze daha
çok benzediği hakkındadır.George Orwell 1984'te "Big
Brother" kavramını ortaya atarak günümüzdeki Amerikan
hegemonyasına ne kadar yaklaşmışsa, Aldous Huxley de
Cesur Yeni Dünya'da hedonistik toplumun birey olmaktan
nasıl korktuğunu irdeleyerek geleceği oldukça iyi tarif
etmiştir.
  Huxley kurduğu distopyada aynı zamanda ironik
bir yaklaşıma sahiptir,dünya savaştan arınmıştır,insanlar
idealize edilmiştir,herkes herkes içindir ve herkes
mutludur.Dinler ortadan kalkmıştır,aile kavramı ise
insanlar için pornografik bir söylemden başka bir şey
ifade etmemektedir.Cinsellik özgürce yaşanmaktadır,
çocuklar cinsellikle çok küçük yaşlarda tanışmaktadırlar.
Toplum ,önceden belirlenmiş yumurtalarda döllenen, yapay
kan ile yapay embriyoda beslenen ve gelişen, gelişmeleri
sırasında şartlandırmalarla biçimlenen insanlardan
oluşmaktadır.Bu insanlar alfa,beta,gamma,delta ve epsilon
diye isimlendirilen gruplara ayrılır; alfalar en zeki ve
en atletik grubu oluşturur ve genelde önemli konumlarda
bulunurlar, epsilonlar ise en alt sınıftır,toplumun
üst düzeylerinin yapmadığı işeri yapmaya
şartlandırılmıştırlar ve oldukça ufak tefektirler.Tüm
sınıflar embriyodan başlayıp bebekliğe ve çocukluğa
kadar uzanan dönemde olmaları gerektiği gibi şartlanırlar.
Aralarında sadece bazıları birey olmanın gerektirdiklerinin
farkındadır, ancak insanlar onları garip olarak
nitelendirirler.Tüm bu mükemmelliğe rağmen toplum
birey olma yetisini tamamen kaybetmiştir.
  Orwell ise yarattığı kara ütopyada politik söylemlere
daha çok yer verip , bilimselliği ikinci plana atmıştır.
Huxley gibi uzun bilimsel betimlemelere yer vermemiştir.
Dünya üç totaliter rejime ayrılmıştır ; Okyanusya ,
Avrasya ve Doğu Asya.Okyanusya her zaman diğer
devletlerle savaş halindedir,biri düşmanken diğeri
müttefiktir.Toplum parti üyeleri ve proleterler olarak
ikiye ayrılır, parti üyeleri söylemlerine derinden bağlı ,
ahlak abidesi insanlardan oluşurken proleterler daha
bağımsızdırlar, ancak bu durum onların insandan bile
sayılmamalarından kaynaklanmaktadır.Partide çalışanları
her zaman denetleyen tele ekranlar bulunur,parti
düzenine ters hareket eden ,hareket etmese de sadece
düşünerek bile suç işleyen insanlar düşünce polislerince
yakalanıp temizlenirler.Kadınlar ve erkekler arasındaki
cinsel hazlar suç teşkil eder,aileler çocuklarını sevmeye
teşvik edilirken, çocuklar ise ailelerinden kopuk ve
duygusuz yetişirler.Böylece çocuklar ailelerini
denetleyebilir ve herhangi bir düşünce suçu işlendiğinde
ailelerini umursamadan düşünce polisine yakalatırlar.
Toplum savaşın barış, cehaletin kuvvet, özgürlüğün
kölelik olduğuna inandırılmıştır.Orwell kitabında hem
totaliter kapitalist rejimleri hem de totaliter
komünist rejimleri eleştirir.Baskı altındaki tüm
toplumlar aynıdır.
  Huxley ,Zamyatin'in Biz adlı romanından etkilenmiştir.
Orwell ise bir Lev Troçki hayranıdır,bu romanlarına da
yansır.
  Huxley ve Orwell çekişmesi büyük ihtimalle daha uzun
yıllar devam edecektir.Önemli olan ise sizin hangi
Londra'yı görmek istediğinizdir.

12 Oca 2009

Spore - Will Wright'tan Darwin'e Selam !



  
Spore sıradan bir oyun değil.Richard Dawkins hakkında
ne yorum yapardı,rahmetli Douglas Adams yaşasaydı kendi
düşselliği kadar eğlenceli bulur muydu ya da Carl Sagan
yeterince bilimsel olduğunu düşünür müydü bilinmez ancak Spore
çoğu kişinin adını telaffuz etmekten bile korktuğu bir
konuyu işliyor, EVRİM.Hatta bu evrim tahmin edilebileceğinden
çok daha eğlenceli.
  Yaşamımıza organizma şeklinde başladığımız oyunda
etobur(carnivore)ya da otobur(herbivore) olmak zorundayız.
Örneğin, etobur bir organizma ile başladıysak etrafımızdaki
et parçalarını veya bizden daha güçsüz diğer organizmaları
yiyerek DNA puanları toplayabiliriz.DNA puanları toplamamız
organizmamızın vücuduna işe yarayacak parçalar takmamızı
sağlıyor(zehir saçan bir kuyruk gibi...).Yediğimiz parçalar
gelişmemizi sağlıyor ve etrafımızdaki diğer büyük organizmaları
geçip hem kol-bacak hem de ufak da olsa bir beyin sahibi
olarak karaya çıkıyoruz.
  Karaya çıktıktan sonra canlılarımız toplu yaşama geçiyo
r.
Etraftaki diğer canlılarla iletişim kurmanın iki yolu var;
birincisi onları şarkı söyleyerek,dans ederek vs... etkilemek,
ikincisi saldırıp türlerinin soyunu tüketmek.Ancak etkilemek de
soy tüketmek de o kadar kolay değil.DNA puanları topladıkça
vücudumuzu geliştirmemiz ve bulunan özellikleri üst seviyelere
çıkarmamız gerekiyor.DNA puanları topladıkça beynimiz yavaş
yavaş büyüyor.İşte tribal yaşama hazırız!
  Üçüncü bölümde sistemli yaşantının ilk bölümü olan kabile
yaşantısına geçiyoruz.Kabile yaşantısında yeterli yiyeceği
topladığımız takdirde sağlık silah gibi konularda işimize
yarayacak küçük kulübelere sahip olabiliyoruz.Etrafımızdaki
kabilelerle ise barış imzalayabilir ya da savaşarak onları
kendimize katabiliriz.Tüm kabileleri kendimize kattıktan
sonra civilization bölümüne geçebiliriz.
  Dördüncü bölümde canlılarımız uygarlığa adım atıyorlar.Bu
bölümde ev ,eğlence mekanı,fabrika,savaş araçları vs...
tasarlayabiliyoruz.Kabile hayatından farklı olarak diğer
uygarlıkları ekonomik,dini veya askeri yönden ele geçirebiliyoruz.
Uçaklar tasarlayabiliyor hatta nükleer bombalar (pek hoş olmasa da)
kullanabiliyoruz.Şehirlerimizin eğlence ve üretim miktarını
dengelememiz gerekiyor,fazla üretim yapan şehirlerde
canlılarımız mutsuz oluyor.Tüm uygarlıklar zorla veya parayla
ele geçirildikten sonra gezegenimiz bize yetmiyor ve uzay!
  Beşinci ve son bölümde ise canlılarımız o kadar gelişiyor ki
uzay gemisine sahip olup galaktik yolculuklara çıkıyoruz.Diğer
yıldız sistemlerini keşfedip buralardaki toplumlarla işlerini
yaparak iyi ilişkiler kurabiliyor, ya da zıtlaşıp savaş
açabiliyoruz.Uzayda az bulunan parçaları bulabiliyor,onları
satarak uzay gemimizin ihtiyacı olan parçaları alabiliyoruz.
  Sims'in yaratıcısı Will Wright'ın tasarladığı Spore ,herkese
evrimle ilgili eğlenceli dakikalar sunuyor!


  

4 Oca 2009

Orihime=Weaving Princess?? Tanabata Teorisi


 
   
Bleach'i mangadan takip edenler bilir,340-The Antagonizer 
bölümünde Ulquiorra ,Ichigo'ya Orihime'nin içinde olup
bitenler hakkında sağlam ayar çekti.Aizen gerçekten
Orihime'ye bir şey yapmış mıydı ?TK ortaya pek fazla
ipucu bırakmasa da forumlarda ortaya atılan teoriler
oldukça çok.Hogyokunun Orihime'nin içinde olduğundan
tutun ,Aizen'in Orihime'yi hamile bıraktığına 
kadar çeşitli teori ve geyik mevcut.Ancak üretilen
yüzlerce teori arasında Orihime'nin Tanabata festivali
ile olan ilgisi hakkında kayda değer bir şey bulamadım.
O yüzden ilgimi çeken bazı şeyleri burada paylaşacağım:
  *Orihime'nin isminin Tanabata festivalinden geldiğini
meraklı Bleach okur-izleyicileri bilir.Manganın
5. bölümünde Inoue Orihime ismi Vega Highwell olarak
geçmekte.Ayrıca Orihime'ninüstündeki 7 de gözden
kaçmamakta.13. bölümdeki renkli sayfada
ise Orihime'nin oturduğu koltuğun altında 7/7 yazmakta.
 *Tanabata Japon yıldız festivalidir
(referansı Çin yıldız festivali Qi Xi).Ay 
takvimine göre 7. ayın 7. günü Orihime(Vega) ve
Hikoboshi(Altair)nin buluşması kutlanır.
 *Tanabata efsanesinde Orihime weaving princess
olarak geçer,babası gökyüzü kralına güzel kıyafetler
diker.Bu arada Bleach'te Orihime'nin
okulun dikiş klübünde olduğunu unutmamak gerek.
 *Efsanede Orihime çok fazla çalıştığı için hiç aşık
olamadığından bahsedilir.Bunun üzerine babası onun
 
Hikoboshi ile tanışmasını sağlar.Hikoboshi ve Orihime
ilk görüşte birbirlerine aşık olurlar
ve evlenirler.Ancak evlendikten sonra Orihime babasına
giysi dikmeyi bırakır,buna sinirlenen gökyüzü kralı
aşıkları birbirlerinden Amanogawa nehri ile ayırır.Orihime
bu durum yüzünden ağlar ve 
kocasını tekrar görmek ister.Kızının gözyaşlarına
dayanamayan baba eğer çok çalışırsa 7. ayın 7. günü
kocasını görebilmesine izin vereceğini
söyler.Aşıklar ilk seferinde nehirde köprü olmadığı
için buluşamazlar,Orihime o kadar ağlar ki bir grup
saksağan gelip kanatlarıyla köprü yapacaklarına söz verir .
  *Tanabata dışında ise dikkat çeken bir diğer şey ise
TK nın yazdığı şu şiir;
We
As one:
are not intertwined
As two:
do not share the same form
Of the third:
we simply don't have eyes
Of the fourth:
we have no hope in that direction
At the fifth
therein lies the heart
  *Orihime keşke 5 hayat yaşasaydım demişti,
bu şiirin bununla bir ilgisi olabilir mi?
  Benim fikirlerim bunlardan ibaret.Olaylar geliştikçe
Orihime'nin Tanabata ile bir ilgisi var mı
hep beraber göreceğiz.