30 Tem 2009

Yeni Tanrılar : Şöhretler ve Şöhretimsiler


  
  Yeni toplum düzeninde şöhret bolluğu yaşıyoruz.
Etrafta o kadar çok şöhret ve şöhretimsi var ki
her tipten insanın gözetleme merakını doyurmaya
yetiyorlar.Sanayi Devrimi sonrası toplumların 
tanrısızlığını doyurmanın en güzel yolu onlara
yeni ve daha ulaşılabilir tanrılar sunmaktı , ve 
medya onların bu arzularına hemen cevap verdi.
Parıltılı görüntüleri , hem ulaşılabilir hem de
ulaşılamaz oluşlarının yarattığı baştan çıkarıcılık
ile harmanlanınca , yeni yapay tanrılarımız bizleri
daha büyük kolektif saçmalıklara sürüklediler.
Toplu olarak onları gözetlemeye başladık , medya
aracılığıyla sunulan sahte yüzlerine özendik , 
kendi yüzlerimize aynı kalıptan sahte yüzler yapmaya
çalıştık.Onlar gibi giyindik , onların yemek 
yediği yerlerde yedik , onların okuduğu kitapları
okuduk , onların izlediği filmleri izledik vs...
Toplumlar şöhretler ve şöhretimsiler sayesinde toplu
halde röntgenciliğe alıştırıldı.İlgimiz olmayan ,
bizi alakadar etmeyen her şey üzerinde yorum yapar
hale gelmek hepimizi narsist yanılgılara sürükledi.
Şöhret veya şöhretimsinin hayatını belirleyebilecek,
kaderini çizebilecek güce sahip olduğumuza 
inandırıldık.İçinde sürüklendiğimiz yanılgıların 
farkında olmayan , röntgenciliğimizi destekleyen
saçmalıkların boyunduruğu altında gerçek yaşamı,
gerçek insanları unuttuk , unutturulduk.
  
  Magazin , şöhretler ve yaşantıları kitlelerin yeni 
afyonu oldu.Artık şöhret havuzunda boğulmaktan 
kurtulmamız çok zor.

  Boğulmadan kıyıya ulaşmanız dileğiyle sevgili kara
koyunlar.



28 Tem 2009

Cehenneme Övgü


  Gündüz Vassaf - Cehenneme Övgü'den alıntı :

  "... Yapay kategoriler yaşam deneyimlerinin yerini
almış durumda.Tüm duyularımızın toplamından da yoğun
kavramlar , her nasılsa , sözcüklere teslim ediliyor.
Türümüzün en karmaşık ve en zengin deneyimlerinden 
biri olan aşkta örneğin , "seni seviyorum" sözcükleri
bakıştan , temastan , kokudan ve aşkı ifade eden
çeşitli seslerden çok daha büyük önem kazanmıştır.
Duyularımızın ortak yaşanmışlığı aracılığıyla aşkı
paylaşmaktansa , ona sözcüklerle sahip çıkmaya 
çalışıyoruz.Her aşk farklı olduğuna göre ( farklı
kokular , farklı dokunma biçimleri , farklı 
psikolojik roller ) her aşkta , paylaşılan 
sözcükler de farklı olur diye düşünüyor insan.
Ama hayır!Kalıp sözcükler , yaşadıklarımızdan daha
önemli.Ve "seni seviyorum" tümcesindei totaliter
sahiplenme , tüm aşk deneyimlerini standartlaştırıyor.
Aşkı nicelleştiriyor.Bu tümceyi aşkı aritmetiğe
dökmek için kullanıyoruz:
"Ben , üç kere aşık oldum." ..."

26 Tem 2009

Baştan Çıkarıcının Günlüğü ...




  Journal d'un Seducteur'dan alıntı ;

  "Kızı kuşatarak görmesini istemediği şeyleri
gözünden kaçıramayan , kendini kızın duygularında
şiirleştirerek her şeyin istediği gibi kızdan
gelmesini sağlayamayan biri daima bir acemi
olarak kalacaktır.Duyduğu zevkten dolayı onu
kıskanmam.Böyle bir kişinin olup olacağı bir
acemi , bir baştan çıkarıcı , ki hiçbir zaman
kimse bana bu nitelikleri yakıştıramaz.Ben
aşkın doğasını ve anlamını kavramış , aşka
inanan ve onu tepeden tırnağa kadar bilen bir
estet , bir erotistim...Benim tüm bildiğim
budur ; ayrıca , alınabilecek zevklerin en
yüce biçiminin sevilmek , dünyada her şeyden
daha çok sevilmek olduğunu da biliyorum.
Bir kızın ruhuna düş gibi süzülüp girmek bir
sanattır , çıkmak ise bir başyapıt."

  Son cümle benim ziyadesiyle irkilmeme sebep
oldu sevgili kara koyunlar.Fazlasıyla doğru
değil mi sizce de?

24 Tem 2009

The Facebook has you...




  İnsancıklar Facebook denilen meret yüzünden
"reality" (bunu ingilizce yazınca pek bir havalı
olmuyor mu azizim) kavramlarını kaybettiler
sevgili kara koyunlar.Kısacık hayatını sadece
Facebook'a resim eklemek için fotoğraf çektirmekle
geçiren genç beyaz koyunlar gündelik yaşamdan
kopalı bir iki sene oldu.Beyaz koyun sürüsü artık
toplumsal olaylara bile Facebook nanesinde açtıkları
gruplara üye olarak tepki veriyor.Böylece hem suya
sabuna dokunmuyor , hem de "diğerleri"nin gözünde
bir sürelik sanal kahraman haline geliyor.Aşklarını
"diğerleri"ne gösteriyorlar , zevklerine "diğerleri"ni
ortak etmeye çabalıyorlar , hayatlarını kare kare
"diğerleri"ne sergiliyorlar.Gerçek hayatında sabahları
geyirerek uyanıp , tuvaletten elini yıkamadan çıkan
bir beyaz koyun ; sanal hava atma ortamında dünyanın
en karizmatik beyaz koyunlarından bir haline geliyor.
Ya da üç beş kuruşu zor denkleştirip lüks
bir "night club"(!)a ucuzluktan aldığı elbiseleri
kombine edip gidiyor ; oranın müdavimi edasıyla boy
boy yüzlerce resim çektiriyor.Bu beyaz koyun sürüsü
kendini bu sanal gerçekliğe öylesine kaptırdı ki
çoğu zaman kavgalarını veya tartışmalarını bile
sanal paylaşım ortamında yapmayı yeğliyor.Dialog
kurmaktan kaçınan , insan olgusunu öldürüp yerine
sanal bireyi koyan hastalıklı bir zihniyetin doğuşunu
izliyoruz kara koyunlarım.İnsanca paylaşımı öldüren
sanal zevkler alemi çok yakında gerçek insanın yok
oluşuna tanık ettirecek bizi.
  "The Matrix has you..." cümlesi bizim beyaz
koyunlarımız için şu oldu :
  "The Facebook has you..."
  Güzel günler sevgili kara koyunlar.
  "Gerçek" bir gün geçirmeniz dileğiyle...




23 Tem 2009

Çivisi Çıkmış Dünya Üzerine...





  Amin Maalouf naif bir edayla yazmış Çivisi Çıkmış
Dünya'yı sevgili kara koyunlarım.Pek fazla dokunmadan ,
çok sataşmadan dünyaya bakmak böyle olsa gerek.
Haksız değil anlatılarında , ama çoğunlukla yetersiz.
Büyük abileri kızdırmak istememiş pek , fazla uysal
denemeler var.
  Obama'dan umutlu örneğin.Bugün Amerika'da bile , yeni
mesih edasıyla karşılanan başkanın Bush'un izinden
gideceği endişesi oldukça yaygınken , yazarın takındığı
tavır bana kalırsa komik olmaktan öteye gidemiyor.
Yakından tanıdığı Arap toplumları hakkında yaptığı
doğru tespitler , iş Batı toplumlarına gelince yetersiz
kalıyor ve önceki doğru tespitleri yutup denemelerin
olduğu yerde saymasına sebep oluyor.Fransa'da yaşıyor
oluşunun bir etkisi var mıdır bilinmez ama batı iktidarları
genel sağduyu çağrısından pek nasibini almıyorlar.Bütün
suçu büyük şirketlerin üzerine atıp iktidarlara
dokunmamak sağduyu tanımını basitleştirmekten öteye
gidemiyor malesef.
  Anlayacağınız sevgili kara koyunlar , Çivisi Çıkmış
Dünya bağırarak derdini anlatırken sesi kısılıyor.Eğer
yumuşak başlı bir kitap arıyorum , sataşsın ama çok da
olmasın diyorsanız bu deneme tam size göre.
  Keyfli okumalar kara koyunlarım.
  Sizlere yünlü kurabiyelerimle veda ediyorum.
  Şimdilik.






17 Tem 2009

Kısa Bir Reklam Arası ...




  Ve şimdi reklamlar...Toplum mühendisliği ya da
gavurcasıyla söylersek 'civil engineering' denilen
-fenomen-i (bakınız çok elitim olgu demek yerine
fenomen demeyi tercih ediyorum , ah nerede benim
şarap kadehim...) uygulamaya girişmiş reklamcı
arkadaşlara anime karakterlerinin sahip olabileceği
boyutta açılmış gözlerle bakıyorum.Evet yaptığım
eylem bu.Bakma eylemini gerçekleştiriyorum belki
ama anlama eylemi gerçekleşir mi bilemem.Bu zatlar
bilinçsizce ( 4 ya da 2 yıl süreyle ) işin okulunu
okuyup(!) "reklamcı" ya da "reklam yazarı" oluyorlar
biliyorsunuz.İşte okuma faslı bittikten sonra kafaları
ütülenmiş bu arkadaşların %99'u (%1'e haksızlık etmek
istemedim) yaratıcı oldukları sanrısıyla ileri
derece depresyon ve şizofreniye mükemmel birer örnek
oluşturuyorlar.Bu nedenle bu arkadaşlara buradan
-yaratıcı olmayan biri olarak - nutuk atmak istiyorum:

  Ey bilinçsiz reklamcı birey! Yaratıcılık kisvesi
altında önce sana , sonra da topluma yutturulan şey
ileri derece tüketim özentisidir.Sen reklam yaptığın
sürece , hedef kitlenin %99'u (%1 hala gönlümde ayrı
bir yerin var ) -fenomenlerle- (senin dilinden
konuşuyorum tatlım ) mutlu olduğunu sanmakta veya
mutluluğu çamaşır makinesi ya da tüy dökücü kremde
bulabileceğini düşünmekte.Bunun suçlusu sen değilsin
elbet , ancak içinde bulunduğun düzenin ve insan
manipüle etme durumunun yaratıcılık olarak adlandırılmasına
da izin verme.Bu sıradan birinin sıradan tavsiyesidir.

  Gözlerinden öptüm reklamcı birey.

  Reklamlar bitti...



16 Tem 2009

Jean Baudrillard , Açılmış Gül ve Şampanya Şaşkınlığı





  Şaşkınlıklara gark etmiş benim yürek , zıp zıp
zıplarken , koyunun tekiyle karşılıklı göbek atıyor
blog okuyan güzel kara koyunlar!Jean Baudrillard
amcamızı bilen kimi kara koyunlar vardır elbet
aranızda.2007 yılının kedilerinin aktif cinsel
yaşamları doruğa çıktığı sıra bu amcamız postmodern
dünyasına ulaşmış , minimal partiküllere ayrılmak
üzere tabut isimli aracısıyla doğaya salıverilmişti -
bilen bilir.Neyse , bu amcamız taaa 1970 yılında bir
kitap yazmış , Tüketim Toplumu.Geçenlerde bunu almış
bulundum.İyi sosyolojik inceleme , mükemmel tanımlama ,
harika değerlendirme diye hayranlık kalpçikleri
uçuşurken etrafımda beni şu ana kadar şaşkın bırakmış
olan paragrafı okudum.Koltuklarınıza sıkıca sarılın
kara koyunlarım benim ...

  Malum reklamları bilirsiniz koyunlarım , bir adet
kırmızı gül ve bir şişe şampanya.Kadın ve adam aşk
tazelemekte , romantizm doruklara ulaşmış durumda .
Ya da öyle mi?

  Peki bu kırmızı gülün açılış anı, dişi bireyin cinsel
birleşme öncesi vajinasındaki açılış anıysa ? İyice
çalkalanmış şampanyanın , bu kırmızı gül karşısında
ereksiyona uğramış bir penis olabileceği fikri
saçma olabilir mi ? Şampanyanın patlayış anının ise
boşalan erkeği sembolize ediyor oluşu mümkün mü ?

  Cinselliğin meta haline getirilişi , içi boşaltılması
ve değersizleşmesi için çabalayan büyük şirketler için
mükemmel bir kullanım ve fayda sağlamaz mı bu durum ?
Nesneleşmiş cinselliğin şaşırtıcı bir örneği bana
kalırsa bu imgeler.

  Bu durumu bir yerde okumadan fark eden kara koyunlara
saygılarımı sunuyorum ve hayranlığımı kendilerine
iletiyorum.Kalan koyunlarım lütfen benimle yorum ve
şaşkınlığınızı paylaşın ki Voltron olalım , değil mi ? ...