Aşk hakkında yeni keşiflerim var!
Demirin kristal yapısında - örneğin kübik
hacim merkezli bir kristal yapıda - boşlukları
dolduran karbon atomları gibi aslında aşk
denilen nevrotik tutum.Kişicikler içlerindeki
boşlukları bir başkasıyla alaşım yaparak
dolduruyorlar sanırsam.Böylece mukavemeti
yüksek bireyler olup çıktıklarını düşünüyorlar.
Aslında aşk dedikleri meret bireylerin kendi
zavallılıklarını kapamak için bir başkasını
kullanmalarından başka bir şey değil.
Yüce insanlığın(!) en önemli konudaki(!!)
tavırları demirinkinden bile öteye gidemiyor
malesef...
28 Şub 2010
Aşkın Fe-C Tutumu ...
25 Şub 2010
Oedipus'un Yağ Küreleri
Oedipus karmaşası yaşamış bir haliniz mi var
kuzum ?
Freud haklıydı elbet , çok küçük yaşta
anne göğsünü emmenin getirdiği haz olmasa
neden erkekler iki adet yağ yığınıyla bu kadar
içtenlikle ilgilensin ki? Daha da ilginç olanı
özellikle erkek çocuklarda bu emme takıntısı
(ağız yoluyla tatmin olarak tanımlıyor Freud)
bana kalırsa ilerki yaşlarda erkeklerde
göğüs saplantısına sebep oluyor.Öyle ki
kimi durumlarda asıl erotojen bölgeden daha
baştan çıkarıcı oluyor.
Yaşasın yağ küreleri !
3 Ağu 2009
Soyut Arzunun Dış Cephesi
Hepimiz cisimleştirilmiş bireyleriz.Cisimleştirilmiş
birey ve toplumun sahip olabileceği türden soyut bir
arzu beden ve ruhlarımıza dikte ettiriliyor.Empoze
edilmiş soyut arzularımız bize eş seçme konusunda
serbestlik tanıma aldatıcılığı içinde sahte demokrasiler
sunuyor.Konu bireylerin dış cephelerine gelince sahte
demokrasi bizden seçici olmamızı değil , "seçilebilir"
olmamızı ister.Diğer cisimleşmiş bireyi cezbedebilmek
için arzulanabilir bir bedene sahip olmamız gerektiği
beyinlerimize kazınır.
Muhafazakar yaklaşımlarda romantik bir bağlantı
kuruluşunun ideali "tek bireyle gerçeklerşir" cümlesi
ile ifade edilse de , söylem aldatıcıdır.Dış cepheyi
çekici hale getirmek , romantik bağlantılar başarısızlığa
uğradığında cisimleşmiş bireyin yalnız kalmasını önler.
Dış cephesi arzulanabilir olan birey , kendini " diğer
bir tek bireyle " gerçekleşecek olan yeni bir romantik
bağlantıya sürüklerken ; ona sunulmuş sahte demokrasiyi
minnetle anacaktır.Magazin kültürüne ait sürekli eş
değiştirme sendromu soyut arzunun yansıyan yüzeyine en
iyi örnektir.
Günümüz toplumunda birey ,
yalnızca seçilebilendir.
30 Tem 2009
Yeni Tanrılar : Şöhretler ve Şöhretimsiler
Yeni toplum düzeninde şöhret bolluğu yaşıyoruz.
Etrafta o kadar çok şöhret ve şöhretimsi var ki
her tipten insanın gözetleme merakını doyurmaya
yetiyorlar.Sanayi Devrimi sonrası toplumların
tanrısızlığını doyurmanın en güzel yolu onlara
yeni ve daha ulaşılabilir tanrılar sunmaktı , ve
medya onların bu arzularına hemen cevap verdi.
Parıltılı görüntüleri , hem ulaşılabilir hem de
ulaşılamaz oluşlarının yarattığı baştan çıkarıcılık
ile harmanlanınca , yeni yapay tanrılarımız bizleri
daha büyük kolektif saçmalıklara sürüklediler.
Toplu olarak onları gözetlemeye başladık , medya
aracılığıyla sunulan sahte yüzlerine özendik ,
kendi yüzlerimize aynı kalıptan sahte yüzler yapmaya
çalıştık.Onlar gibi giyindik , onların yemek
yediği yerlerde yedik , onların okuduğu kitapları
okuduk , onların izlediği filmleri izledik vs...
Toplumlar şöhretler ve şöhretimsiler sayesinde toplu
halde röntgenciliğe alıştırıldı.İlgimiz olmayan ,
bizi alakadar etmeyen her şey üzerinde yorum yapar
hale gelmek hepimizi narsist yanılgılara sürükledi.
Şöhret veya şöhretimsinin hayatını belirleyebilecek,
kaderini çizebilecek güce sahip olduğumuza
inandırıldık.İçinde sürüklendiğimiz yanılgıların
farkında olmayan , röntgenciliğimizi destekleyen
saçmalıkların boyunduruğu altında gerçek yaşamı,
gerçek insanları unuttuk , unutturulduk.
Magazin , şöhretler ve yaşantıları kitlelerin yeni
afyonu oldu.Artık şöhret havuzunda boğulmaktan
kurtulmamız çok zor.
Boğulmadan kıyıya ulaşmanız dileğiyle sevgili kara
koyunlar.
28 Tem 2009
Cehenneme Övgü
Gündüz Vassaf - Cehenneme Övgü'den alıntı :
"... Yapay kategoriler yaşam deneyimlerinin yerini
almış durumda.Tüm duyularımızın toplamından da yoğun
kavramlar , her nasılsa , sözcüklere teslim ediliyor.
Türümüzün en karmaşık ve en zengin deneyimlerinden
biri olan aşkta örneğin , "seni seviyorum" sözcükleri
bakıştan , temastan , kokudan ve aşkı ifade eden
çeşitli seslerden çok daha büyük önem kazanmıştır.
Duyularımızın ortak yaşanmışlığı aracılığıyla aşkı
paylaşmaktansa , ona sözcüklerle sahip çıkmaya
çalışıyoruz.Her aşk farklı olduğuna göre ( farklı
kokular , farklı dokunma biçimleri , farklı
psikolojik roller ) her aşkta , paylaşılan
sözcükler de farklı olur diye düşünüyor insan.
Ama hayır!Kalıp sözcükler , yaşadıklarımızdan daha
önemli.Ve "seni seviyorum" tümcesindei totaliter
sahiplenme , tüm aşk deneyimlerini standartlaştırıyor.
Aşkı nicelleştiriyor.Bu tümceyi aşkı aritmetiğe
dökmek için kullanıyoruz:
"Ben , üç kere aşık oldum." ..."
26 Tem 2009
Baştan Çıkarıcının Günlüğü ...
Journal d'un Seducteur'dan alıntı ;
"Kızı kuşatarak görmesini istemediği şeyleri
gözünden kaçıramayan , kendini kızın duygularında
şiirleştirerek her şeyin istediği gibi kızdan
gelmesini sağlayamayan biri daima bir acemi
olarak kalacaktır.Duyduğu zevkten dolayı onu
kıskanmam.Böyle bir kişinin olup olacağı bir
acemi , bir baştan çıkarıcı , ki hiçbir zaman
kimse bana bu nitelikleri yakıştıramaz.Ben
aşkın doğasını ve anlamını kavramış , aşka
inanan ve onu tepeden tırnağa kadar bilen bir
estet , bir erotistim...Benim tüm bildiğim
budur ; ayrıca , alınabilecek zevklerin en
yüce biçiminin sevilmek , dünyada her şeyden
daha çok sevilmek olduğunu da biliyorum.
Bir kızın ruhuna düş gibi süzülüp girmek bir
sanattır , çıkmak ise bir başyapıt."
Son cümle benim ziyadesiyle irkilmeme sebep
oldu sevgili kara koyunlar.Fazlasıyla doğru
değil mi sizce de?
24 Tem 2009
The Facebook has you...
İnsancıklar Facebook denilen meret yüzünden
"reality" (bunu ingilizce yazınca pek bir havalı
olmuyor mu azizim) kavramlarını kaybettiler
sevgili kara koyunlar.Kısacık hayatını sadece
Facebook'a resim eklemek için fotoğraf çektirmekle
geçiren genç beyaz koyunlar gündelik yaşamdan
kopalı bir iki sene oldu.Beyaz koyun sürüsü artık
toplumsal olaylara bile Facebook nanesinde açtıkları
gruplara üye olarak tepki veriyor.Böylece hem suya
sabuna dokunmuyor , hem de "diğerleri"nin gözünde
bir sürelik sanal kahraman haline geliyor.Aşklarını
"diğerleri"ne gösteriyorlar , zevklerine "diğerleri"ni
ortak etmeye çabalıyorlar , hayatlarını kare kare
"diğerleri"ne sergiliyorlar.Gerçek hayatında sabahları
geyirerek uyanıp , tuvaletten elini yıkamadan çıkan
bir beyaz koyun ; sanal hava atma ortamında dünyanın
en karizmatik beyaz koyunlarından bir haline geliyor.
Ya da üç beş kuruşu zor denkleştirip lüks
bir "night club"(!)a ucuzluktan aldığı elbiseleri
kombine edip gidiyor ; oranın müdavimi edasıyla boy
boy yüzlerce resim çektiriyor.Bu beyaz koyun sürüsü
kendini bu sanal gerçekliğe öylesine kaptırdı ki
çoğu zaman kavgalarını veya tartışmalarını bile
sanal paylaşım ortamında yapmayı yeğliyor.Dialog
kurmaktan kaçınan , insan olgusunu öldürüp yerine
sanal bireyi koyan hastalıklı bir zihniyetin doğuşunu
izliyoruz kara koyunlarım.İnsanca paylaşımı öldüren
sanal zevkler alemi çok yakında gerçek insanın yok
oluşuna tanık ettirecek bizi.
"The Matrix has you..." cümlesi bizim beyaz
koyunlarımız için şu oldu :
"The Facebook has you..."
Güzel günler sevgili kara koyunlar.
"Gerçek" bir gün geçirmeniz dileğiyle...
23 Tem 2009
Çivisi Çıkmış Dünya Üzerine...
Amin Maalouf naif bir edayla yazmış Çivisi Çıkmış
Dünya'yı sevgili kara koyunlarım.Pek fazla dokunmadan ,
çok sataşmadan dünyaya bakmak böyle olsa gerek.
Haksız değil anlatılarında , ama çoğunlukla yetersiz.
Büyük abileri kızdırmak istememiş pek , fazla uysal
denemeler var.
Obama'dan umutlu örneğin.Bugün Amerika'da bile , yeni
mesih edasıyla karşılanan başkanın Bush'un izinden
gideceği endişesi oldukça yaygınken , yazarın takındığı
tavır bana kalırsa komik olmaktan öteye gidemiyor.
Yakından tanıdığı Arap toplumları hakkında yaptığı
doğru tespitler , iş Batı toplumlarına gelince yetersiz
kalıyor ve önceki doğru tespitleri yutup denemelerin
olduğu yerde saymasına sebep oluyor.Fransa'da yaşıyor
oluşunun bir etkisi var mıdır bilinmez ama batı iktidarları
genel sağduyu çağrısından pek nasibini almıyorlar.Bütün
suçu büyük şirketlerin üzerine atıp iktidarlara
dokunmamak sağduyu tanımını basitleştirmekten öteye
gidemiyor malesef.
Anlayacağınız sevgili kara koyunlar , Çivisi Çıkmış
Dünya bağırarak derdini anlatırken sesi kısılıyor.Eğer
yumuşak başlı bir kitap arıyorum , sataşsın ama çok da
olmasın diyorsanız bu deneme tam size göre.
Keyfli okumalar kara koyunlarım.
Sizlere yünlü kurabiyelerimle veda ediyorum.
Şimdilik.
17 Tem 2009
Kısa Bir Reklam Arası ...
Ve şimdi reklamlar...Toplum mühendisliği ya da
gavurcasıyla söylersek 'civil engineering' denilen
-fenomen-i (bakınız çok elitim olgu demek yerine
fenomen demeyi tercih ediyorum , ah nerede benim
şarap kadehim...) uygulamaya girişmiş reklamcı
arkadaşlara anime karakterlerinin sahip olabileceği
boyutta açılmış gözlerle bakıyorum.Evet yaptığım
eylem bu.Bakma eylemini gerçekleştiriyorum belki
ama anlama eylemi gerçekleşir mi bilemem.Bu zatlar
bilinçsizce ( 4 ya da 2 yıl süreyle ) işin okulunu
okuyup(!) "reklamcı" ya da "reklam yazarı" oluyorlar
biliyorsunuz.İşte okuma faslı bittikten sonra kafaları
ütülenmiş bu arkadaşların %99'u (%1'e haksızlık etmek
istemedim) yaratıcı oldukları sanrısıyla ileri
derece depresyon ve şizofreniye mükemmel birer örnek
oluşturuyorlar.Bu nedenle bu arkadaşlara buradan
-yaratıcı olmayan biri olarak - nutuk atmak istiyorum:
Ey bilinçsiz reklamcı birey! Yaratıcılık kisvesi
altında önce sana , sonra da topluma yutturulan şey
ileri derece tüketim özentisidir.Sen reklam yaptığın
sürece , hedef kitlenin %99'u (%1 hala gönlümde ayrı
bir yerin var ) -fenomenlerle- (senin dilinden
konuşuyorum tatlım ) mutlu olduğunu sanmakta veya
mutluluğu çamaşır makinesi ya da tüy dökücü kremde
bulabileceğini düşünmekte.Bunun suçlusu sen değilsin
elbet , ancak içinde bulunduğun düzenin ve insan
manipüle etme durumunun yaratıcılık olarak adlandırılmasına
da izin verme.Bu sıradan birinin sıradan tavsiyesidir.
Gözlerinden öptüm reklamcı birey.
Reklamlar bitti...
16 Tem 2009
Jean Baudrillard , Açılmış Gül ve Şampanya Şaşkınlığı
Şaşkınlıklara gark etmiş benim yürek , zıp zıp
zıplarken , koyunun tekiyle karşılıklı göbek atıyor
blog okuyan güzel kara koyunlar!Jean Baudrillard
amcamızı bilen kimi kara koyunlar vardır elbet
aranızda.2007 yılının kedilerinin aktif cinsel
yaşamları doruğa çıktığı sıra bu amcamız postmodern
dünyasına ulaşmış , minimal partiküllere ayrılmak
üzere tabut isimli aracısıyla doğaya salıverilmişti -
bilen bilir.Neyse , bu amcamız taaa 1970 yılında bir
kitap yazmış , Tüketim Toplumu.Geçenlerde bunu almış
bulundum.İyi sosyolojik inceleme , mükemmel tanımlama ,
harika değerlendirme diye hayranlık kalpçikleri
uçuşurken etrafımda beni şu ana kadar şaşkın bırakmış
olan paragrafı okudum.Koltuklarınıza sıkıca sarılın
kara koyunlarım benim ...
Malum reklamları bilirsiniz koyunlarım , bir adet
kırmızı gül ve bir şişe şampanya.Kadın ve adam aşk
tazelemekte , romantizm doruklara ulaşmış durumda .
Ya da öyle mi?
Peki bu kırmızı gülün açılış anı, dişi bireyin cinsel
birleşme öncesi vajinasındaki açılış anıysa ? İyice
çalkalanmış şampanyanın , bu kırmızı gül karşısında
ereksiyona uğramış bir penis olabileceği fikri
saçma olabilir mi ? Şampanyanın patlayış anının ise
boşalan erkeği sembolize ediyor oluşu mümkün mü ?
Cinselliğin meta haline getirilişi , içi boşaltılması
ve değersizleşmesi için çabalayan büyük şirketler için
mükemmel bir kullanım ve fayda sağlamaz mı bu durum ?
Nesneleşmiş cinselliğin şaşırtıcı bir örneği bana
kalırsa bu imgeler.
Bu durumu bir yerde okumadan fark eden kara koyunlara
saygılarımı sunuyorum ve hayranlığımı kendilerine
iletiyorum.Kalan koyunlarım lütfen benimle yorum ve
şaşkınlığınızı paylaşın ki Voltron olalım , değil mi ? ...
20 Nis 2009
FMA is Back !!
FMA is back!Geçenlerde Fullmetal Alchemist'in yayınlandığı
sitelerden birinde böyle yazıyordu.Yeniden - ve mangaya uygun
olarak - çekiliyor FMA.Benim de ağzımın suyu aktı elbette.
Son günlerde okültizm , simya , mistizm , masonlar , Tapınak
Şövalyeleri , Gül-Haç vs... hakkında sürekli okuduğum için
yemek üstüne ekmek kadayıfı gibi oldu .
Kendime bir adet Homunculus yapıp evde besleyesim geldi.
Edward da kocam olsun , Sanayi Devrimi zamanı İngiltere'sinde
simya yapıp mutlu mesut yaşayalım.Edward gibi kocam olsun ,
bir milyar yen borcum olsun diyeyim.
İzleyin yeni çekim FMA'yı uleyn!!
19 Mar 2009
Teklonojik Aşk Saçmalıkları - Romantik Telefon
Tren , metro gibi raylı toplu taşıma araçları için
yazılan hikayeler , şiirler yok edilsin , yansın kül
olsunlar da görmeyelim bir daha.Teknolojik aletler nasıl
romantik çağrışımlar yapabilir ki? Yakında metrobüs için
de sulandırılmış aşk dolu saçma hikayeler yazılmaya
başlanırsa şaşırmayın sevgili blog okuyucuları.Bir
düşünsenize , bilimadamı abimiz oturup kasıyor , senelerce
fizikti matematikti her şeyde uzmanlaşıyor , sonra para
kazanmak için bir fabrikaya giriyor , fabrikada kasıp
son model bir cep telefonu üretiyor ve salak bir şarkıcı
çıkıp cep telefonu ile aşkın harmanlanmasıyla yazdığı
iğrenç bir şarkıyı içinde bol bol dansçı kız bulunan
bir klipte bağıra bağıra söylüyor.Bu mudur yeni toplumun
aşk anlayışı?Romantizm laptoplarda , cep telefonlarında
mı aranır oldu?Metroya bindiğinizde bir an önce inmek
dışında aklınıza bir şey geliyor mu?Bilgisayar kullanırken
aklınıza sevgiliniz mi geliyor?Binlerce saçmalık.Neyse
şimdilik gutbaaay .
9 Mar 2009
Kıllı Başın Kılsız Öyküsü - Eksiktir...
Abdullah Kıllıbaş o gün her zaman yaptığı şeyi tekrar yaptı ,
soyadından nefret etti.Soyadından nefret etmek onun için bir nevi
ayin sayılırdı , sıkıntıyla geçirdiği her iş gününü nefret talimleriyle
doldururdu.Rahmetli babası Ali Nusret Bey , bir sandık dolusu
içi kurtlu cevizden ayrı bir tek bu sevimsiz soyadını bırakmıştı
oğluna.Rahmetli anası Makbule Hanım ise ömrü billah laf ettirmemişti
çok sevdiği kocasından aldığı soyadına.Ara ara iğnelemeye çalışan
konu komşuya da ağız açtırmamış ; söz edecek gibi olduklarındaysa
çuval dolusu küfrü odaya döküp , gelenleri evden kaçırtmıştı.
Abdullah , Ali Nusret Bey ile Makbule Hanım'ın ortanca bahtsız
oğullarıydı ; beş doğum ve iki düşük arasında , Erzurum'un karlı
köylerinden birinde , tezek sobasının yanı başında doğmuştu.Anasının
rahminden önce kafası çıkacağına ayakları çıkınca , böyle bir şeyi
ömründe ilk defa gören köyün ebesi Sümbül Ana basmıştı feryadı.Ebe
Sümbül'ün feryadına koşanlar ise tezeği bitmiş bir soba , sobanın
hemen yanında duran kanlı bir çarşaf , çarşafın ucunda bacakları
açık yatan Makbule Hanım ve Makbule Hanım'ın bacaklarının arasında
çıkartılmayı bekleyen iki bacağın sahibi Abdullah'ı görmüşlerdi.Bu
görüntü köy ahaline iki aylık dedikodu malzemesi sağlamıştı haliyle ,
kadınlar ikindi çayı için toplandıklarında Makbule Hanım'ın içine
giren cinden , erkekler ise kahvede tavla atarken Ali Nusret Bey'in
gençken yaptığı zinaların dönüp dolaşıp oğullarını bulduğundan
bahseder olmuştu.Mahallenin çocukları , Abdullah'ın dokuz yaşındaki
ablası Şükrüye'yi Kuran kursuna giderken taşlamış , "şeytanın bacısı"
diye kovalamışlardı.Şeytanın bacısı olabilecek en son kişi olan
saftirik Şükriye ise eve doğru koşarken çamura düşüp , hem anasının
iğne oyasıyla çevrili yazmasını , hem de babasının süt anasından
kalma en az yüz yıllık Kuran'ı rezil etmiş ; eve ulaşabildiğinde ise
karşısında birazcık merhamet yerine bacaklarında kısa ömrü boyunca
geçmeyecek izler bırakacak oklavayı bulmuştu.Şükriye'nin başına gelenlerden
sonra eve nazar değdiğini düşünen Kıllıbaş ailesinin kodamanları ,
evin üzerinde dolanan kem gözleri kovalamak için imamın karısı Nemide
Hoca'yı çağırmışlardı.Dua günü eve yemek yapmak için çağırılan her biri en
az altı - yedi çocuk sahibi mahalle kadınları , o kadar çocuğu emzirmekten
yere kadar sarkmış göğüslerini su böreği açarken ileri geri sallamış ,
yufkaların ince mi kalın mı olduğunu tartışırken de Makbule Hanım'a sini
başı öğütler vermişlerdi.Onca curcunanın arasında Ali Nusret Bey , yeni
doğan oğluna göz kulak olması için ikinci çocuğu Sabit'i sakız alma
vaatleriyle görevlendirmiş , aslında pek de iyi etmemişti.Eve gelenlerin
Abdullah'ın yastığına taktıkları altınları görüp kıskanan altısına yeni
basmış Sabit , üzerindeki altınlara aldırmadan Abdullah'ın başının
altındaki yastığı çekmiş , henüz iki günlük bebeğin suratına bastırmıştı.
Şans eseri , Abdullah'ı kolaçan etmek için odaya gelen yeni evli teyzesi
Nurhan , yeni doğan yeğenini boğan sevilme sırası geçmiş yeğenini iş üstü
yakalamış ; kulağından tutup , ağlata ağlata anasının yanına götürmüş ,
ardından da temiz bir dayak atmıştı.Teyzesinin elinden zor bela kaçan
Sabit ise koşarken babasının halası Güler Nine'ye çarpmış ; zaten doksanına
merdiven dayamış , bronşitten muzdarip kadıncağız yere düşüp kaburgasını
kırmış , kaburgasını kırışından en fazla iki dakika sonra ise olduğu yerde
ölmüştü.Tüm bu olanlar yüzünden Abdullah'ın adı kısa sürede uğursuza çıkmış ,
köydeki herkes ondan nefret eder olmuştu.
7 Mar 2009
Şahsi Hakaretlerim - Sadece Saçma
7 24 sabit saçmalama düzeni.
Ne yazmak istediğini
bile bilmeyen salağın tekisin .
Yerine oturmuş ,
şekillenmiş tek bir düşüncen yok .
Onun yerine beyninde
bir kazan çorba kaynatmış , içine bulduğun her şeyi
ekliyorsun.
Ya çok tuzlu oluyor ya çok biberli.
Kulakları küpeli.
Pis deli.
Sevimsiz maymun.
Pırasa saç.
Kat kat göbek.
Tiz.
Ayrıca no tin.
Kara kedi kişiliği.
Ace beyazı.
Büzülemeyen torba ağız.
Özetle bu kadarsın .
6 Mar 2009
Sitem - Fazlasıyla Kısa
Ey insanoğlu - kızı , her ne isen ! Bu kendini
beğenmiş tavır doğanda mı var , yoksa binlerce yıldır
kapatıp , sandıklara soktuğun gerzekliğin gün ışığına
çıktı da bizim mi haberimiz yok.Ne zamandan beri diğer
canlılardan üstünsün ya da ne zamandan beri diğer
canlıların kralı olduğun hayaliyle boğuşuyorsun?Ne
aslanların ormanları sana vermeye ne de kartalların
dağ tepelerini sana bırakmaya niyeti yok.Doğa sen
elini sürmesen de kendini idare edebilecek durumda.
Öyleyse kim sana en değerli olduğun yalanını
söyledi?
4 Mar 2009
Toradora - Ağlayabildiğim Tek Şey
Elimde değil , ne yaparsam yapayım Toradora'ya
ağlıyorum.Cisimleşmiş , gerçek olan şeylere ağlayamam
örneğin.Ama lanet bir anime yüzünden her hafta zır zır
ağlıyorum.Aslında ne hayatıma benzer bir yanı var , ne
de bana bir şey hatırlatıyor.Ama sürekli ağlıyorum ,
hangi bölümü olursa olsun.Ben ağlamaya gidiyorum ,
gutnayt beybiler.
27 Şub 2009
Düşünce Oltası - Yem Olan Merak
Düşünceleri yakalamak için odamın ucunda oturmuş ,
düşünce denizine olta sallıyorum şu an.Ara ara oltaya
bir iki düşüncemsi şey takılıyor , ama öylesine ufaklar ki
düşünce diye nitelendiremiyorum .Gerçek bir düşünce
yakalamanın zorlaştığı günlerdeyiz artık , düşünce
yakalamaya çalışan çok fazla insan ve onların gözükmeyen
ama varlıklarını hissettiren odaları var her yerde.Kimi
zaman iyi düşünceleri daha şanslılar yakalayabiliyor.
Daha yetenekli veya daha donanımlı değiller oysa , biraz
daha şanslılar.O yüzden diğer düşünce avcıları bırakmasınlar
başladıkları işi yarıda.
Düşünce yakalamanın inceliklerinden biri sağlam düşünce
oltası bilgisine sahip olmaktır.Düşünce oltasını nasıl
kullanacağınızı bilirseniz eğer düşünce yakalama işlemi o
kadar kolay olur.Düşünce oltasının özelliklerini bilen pek
insan yoktur aslında.Düşünce oltası , milyarlarca yazıdan ve
kitaptan oluşmuş oldukça uzun bir oltadır ve taşıyabilmek
için uygun karaktere sahip olmak gerekir.Düşünce oltasının
ucuna takılması gereken ve düşünceleri en çabuk kendine
çeken yem , meraktır.Sahip olduğunuz meraktan oltayı her
sallayışınızda bir parça kullanırsanız , iyi bir düşünce
yakalama ihtimaliniz yükselir.Öğrenme isteği ve zevk de iyi
birer yemdirler , ancak merak çok daha etkilidir.Düşünce
yakalamanın en önemli sırrı ise sabırdır.Sabırlı olmadığınız
sürece düşünce denizinde istediğiniz gibi bir düşünce
yakalamanız imkansızlaşır.Bunlar düşünce avının altın
kurallarıdır.
Ben kendi düşünce avıma döneceğim birazdan.Oltama iyi bir
şey takılırsa sizlerle paylaşırım , şimdilik hoşçakalın.
23 Şub 2009
22 Şub 2009
Pizza Düşünceleri - Fırın İçi Ruh Hali
Hazır pizzanın fırın içerisinde sürekli olarak
360 derecelik dönüşler yapması onun ruh sağlığında
değişikliğe sebep oluyor mu cidden bilgim yok.
360 derecelik turların her birinde "ah harika
bir dönüş gerçekleştiriyorum , üzerimdeki peynirin
erimesi muhteşem hissetmemi sağlıyor , hey bu
üzerimde mükemmel kokularla kızaran şey bir zeytin
mi ?" diyebilir elbet.Belki de " of , uzun süre
dev gibi buzluklarda kaldıktan sonra şimdi de 260
derece sıcağa mı katlanıyorum , burası tam bir
cehennem" diyor olabilir.Emin değilim.Bildiğim ve
uzay - zaman eğrisinde gerçekleşecek olan tek şey
biraz sonra onu mideme yollayacak olmam.Paralel bir
evrende benim yerimde bulunan kişinin de şu an
benim gibi pizza yeme hayali olup olmadığını merak
ettiğimi söylersem eğer , huzurlarınızda kocaman
bir yalancı damgası yemiş olacağım.Merak ettiğim
yok elbette.Neyse , ben kendi boyutumda tıkınmaya
gideyim , gutbay.
20 Şub 2009
Yasak Elma Arzusu - Günahı Özlemek
Tadını alamadığım , kokusunu içime çekemediğim ,
parmaklarımın uçlarını üzerinde gezdiremediğim tek
varlık sensin.Sen bana asırlardır yasak olan tek
elmasın.Avucumda tutamadığım halde günahı tüm
hücrelerime enjekte edensin.Günahkar olmanın
zevklerini hissettirecek kadar arzulanası ve
asla benim olmayacak kadar imkansız olansın.
Sen , bana ait olmayansın.
Yıllarca beni çağıran tenine uzaktan baktığım ,
dokunmadığım için yakansın beni.Yandıkça vücudumdan
parça parça kopan benliğimin her kopuşta öldüğünü
ve senin için dirildiğini anlatansın bana.Diriliş
için tek dayanağımı ve her ölüşümü zevkli kılmamı
benden çok uzaktaki varlığınla sağlayansın.
Sen , bana ait tek sırsın.
Rüyalarımda kirletmeye kıyamadığım , hayallerimle
özünü bozamadığımsın.İstediğim ve bedenimden
ayrılana kadar istemeye devam edeceğim , yalnız benim
olan günahımsın.
Sen , geçmişte bırakamadığımsın.