Hepimiz cisimleştirilmiş bireyleriz.Cisimleştirilmiş
birey ve toplumun sahip olabileceği türden soyut bir
arzu beden ve ruhlarımıza dikte ettiriliyor.Empoze
edilmiş soyut arzularımız bize eş seçme konusunda
serbestlik tanıma aldatıcılığı içinde sahte demokrasiler
sunuyor.Konu bireylerin dış cephelerine gelince sahte
demokrasi bizden seçici olmamızı değil , "seçilebilir"
olmamızı ister.Diğer cisimleşmiş bireyi cezbedebilmek
için arzulanabilir bir bedene sahip olmamız gerektiği
beyinlerimize kazınır.
Muhafazakar yaklaşımlarda romantik bir bağlantı
kuruluşunun ideali "tek bireyle gerçeklerşir" cümlesi
ile ifade edilse de , söylem aldatıcıdır.Dış cepheyi
çekici hale getirmek , romantik bağlantılar başarısızlığa
uğradığında cisimleşmiş bireyin yalnız kalmasını önler.
Dış cephesi arzulanabilir olan birey , kendini " diğer
bir tek bireyle " gerçekleşecek olan yeni bir romantik
bağlantıya sürüklerken ; ona sunulmuş sahte demokrasiyi
minnetle anacaktır.Magazin kültürüne ait sürekli eş
değiştirme sendromu soyut arzunun yansıyan yüzeyine en
iyi örnektir.
Günümüz toplumunda birey ,
yalnızca seçilebilendir.
3 Ağu 2009
Soyut Arzunun Dış Cephesi
30 Tem 2009
Yeni Tanrılar : Şöhretler ve Şöhretimsiler
Yeni toplum düzeninde şöhret bolluğu yaşıyoruz.
Etrafta o kadar çok şöhret ve şöhretimsi var ki
her tipten insanın gözetleme merakını doyurmaya
yetiyorlar.Sanayi Devrimi sonrası toplumların
tanrısızlığını doyurmanın en güzel yolu onlara
yeni ve daha ulaşılabilir tanrılar sunmaktı , ve
medya onların bu arzularına hemen cevap verdi.
Parıltılı görüntüleri , hem ulaşılabilir hem de
ulaşılamaz oluşlarının yarattığı baştan çıkarıcılık
ile harmanlanınca , yeni yapay tanrılarımız bizleri
daha büyük kolektif saçmalıklara sürüklediler.
Toplu olarak onları gözetlemeye başladık , medya
aracılığıyla sunulan sahte yüzlerine özendik ,
kendi yüzlerimize aynı kalıptan sahte yüzler yapmaya
çalıştık.Onlar gibi giyindik , onların yemek
yediği yerlerde yedik , onların okuduğu kitapları
okuduk , onların izlediği filmleri izledik vs...
Toplumlar şöhretler ve şöhretimsiler sayesinde toplu
halde röntgenciliğe alıştırıldı.İlgimiz olmayan ,
bizi alakadar etmeyen her şey üzerinde yorum yapar
hale gelmek hepimizi narsist yanılgılara sürükledi.
Şöhret veya şöhretimsinin hayatını belirleyebilecek,
kaderini çizebilecek güce sahip olduğumuza
inandırıldık.İçinde sürüklendiğimiz yanılgıların
farkında olmayan , röntgenciliğimizi destekleyen
saçmalıkların boyunduruğu altında gerçek yaşamı,
gerçek insanları unuttuk , unutturulduk.
Magazin , şöhretler ve yaşantıları kitlelerin yeni
afyonu oldu.Artık şöhret havuzunda boğulmaktan
kurtulmamız çok zor.
Boğulmadan kıyıya ulaşmanız dileğiyle sevgili kara
koyunlar.
28 Tem 2009
Cehenneme Övgü
Gündüz Vassaf - Cehenneme Övgü'den alıntı :
"... Yapay kategoriler yaşam deneyimlerinin yerini
almış durumda.Tüm duyularımızın toplamından da yoğun
kavramlar , her nasılsa , sözcüklere teslim ediliyor.
Türümüzün en karmaşık ve en zengin deneyimlerinden
biri olan aşkta örneğin , "seni seviyorum" sözcükleri
bakıştan , temastan , kokudan ve aşkı ifade eden
çeşitli seslerden çok daha büyük önem kazanmıştır.
Duyularımızın ortak yaşanmışlığı aracılığıyla aşkı
paylaşmaktansa , ona sözcüklerle sahip çıkmaya
çalışıyoruz.Her aşk farklı olduğuna göre ( farklı
kokular , farklı dokunma biçimleri , farklı
psikolojik roller ) her aşkta , paylaşılan
sözcükler de farklı olur diye düşünüyor insan.
Ama hayır!Kalıp sözcükler , yaşadıklarımızdan daha
önemli.Ve "seni seviyorum" tümcesindei totaliter
sahiplenme , tüm aşk deneyimlerini standartlaştırıyor.
Aşkı nicelleştiriyor.Bu tümceyi aşkı aritmetiğe
dökmek için kullanıyoruz:
"Ben , üç kere aşık oldum." ..."
26 Tem 2009
Baştan Çıkarıcının Günlüğü ...
Journal d'un Seducteur'dan alıntı ;
"Kızı kuşatarak görmesini istemediği şeyleri
gözünden kaçıramayan , kendini kızın duygularında
şiirleştirerek her şeyin istediği gibi kızdan
gelmesini sağlayamayan biri daima bir acemi
olarak kalacaktır.Duyduğu zevkten dolayı onu
kıskanmam.Böyle bir kişinin olup olacağı bir
acemi , bir baştan çıkarıcı , ki hiçbir zaman
kimse bana bu nitelikleri yakıştıramaz.Ben
aşkın doğasını ve anlamını kavramış , aşka
inanan ve onu tepeden tırnağa kadar bilen bir
estet , bir erotistim...Benim tüm bildiğim
budur ; ayrıca , alınabilecek zevklerin en
yüce biçiminin sevilmek , dünyada her şeyden
daha çok sevilmek olduğunu da biliyorum.
Bir kızın ruhuna düş gibi süzülüp girmek bir
sanattır , çıkmak ise bir başyapıt."
Son cümle benim ziyadesiyle irkilmeme sebep
oldu sevgili kara koyunlar.Fazlasıyla doğru
değil mi sizce de?
24 Tem 2009
The Facebook has you...
İnsancıklar Facebook denilen meret yüzünden
"reality" (bunu ingilizce yazınca pek bir havalı
olmuyor mu azizim) kavramlarını kaybettiler
sevgili kara koyunlar.Kısacık hayatını sadece
Facebook'a resim eklemek için fotoğraf çektirmekle
geçiren genç beyaz koyunlar gündelik yaşamdan
kopalı bir iki sene oldu.Beyaz koyun sürüsü artık
toplumsal olaylara bile Facebook nanesinde açtıkları
gruplara üye olarak tepki veriyor.Böylece hem suya
sabuna dokunmuyor , hem de "diğerleri"nin gözünde
bir sürelik sanal kahraman haline geliyor.Aşklarını
"diğerleri"ne gösteriyorlar , zevklerine "diğerleri"ni
ortak etmeye çabalıyorlar , hayatlarını kare kare
"diğerleri"ne sergiliyorlar.Gerçek hayatında sabahları
geyirerek uyanıp , tuvaletten elini yıkamadan çıkan
bir beyaz koyun ; sanal hava atma ortamında dünyanın
en karizmatik beyaz koyunlarından bir haline geliyor.
Ya da üç beş kuruşu zor denkleştirip lüks
bir "night club"(!)a ucuzluktan aldığı elbiseleri
kombine edip gidiyor ; oranın müdavimi edasıyla boy
boy yüzlerce resim çektiriyor.Bu beyaz koyun sürüsü
kendini bu sanal gerçekliğe öylesine kaptırdı ki
çoğu zaman kavgalarını veya tartışmalarını bile
sanal paylaşım ortamında yapmayı yeğliyor.Dialog
kurmaktan kaçınan , insan olgusunu öldürüp yerine
sanal bireyi koyan hastalıklı bir zihniyetin doğuşunu
izliyoruz kara koyunlarım.İnsanca paylaşımı öldüren
sanal zevkler alemi çok yakında gerçek insanın yok
oluşuna tanık ettirecek bizi.
"The Matrix has you..." cümlesi bizim beyaz
koyunlarımız için şu oldu :
"The Facebook has you..."
Güzel günler sevgili kara koyunlar.
"Gerçek" bir gün geçirmeniz dileğiyle...
23 Tem 2009
Çivisi Çıkmış Dünya Üzerine...
Amin Maalouf naif bir edayla yazmış Çivisi Çıkmış
Dünya'yı sevgili kara koyunlarım.Pek fazla dokunmadan ,
çok sataşmadan dünyaya bakmak böyle olsa gerek.
Haksız değil anlatılarında , ama çoğunlukla yetersiz.
Büyük abileri kızdırmak istememiş pek , fazla uysal
denemeler var.
Obama'dan umutlu örneğin.Bugün Amerika'da bile , yeni
mesih edasıyla karşılanan başkanın Bush'un izinden
gideceği endişesi oldukça yaygınken , yazarın takındığı
tavır bana kalırsa komik olmaktan öteye gidemiyor.
Yakından tanıdığı Arap toplumları hakkında yaptığı
doğru tespitler , iş Batı toplumlarına gelince yetersiz
kalıyor ve önceki doğru tespitleri yutup denemelerin
olduğu yerde saymasına sebep oluyor.Fransa'da yaşıyor
oluşunun bir etkisi var mıdır bilinmez ama batı iktidarları
genel sağduyu çağrısından pek nasibini almıyorlar.Bütün
suçu büyük şirketlerin üzerine atıp iktidarlara
dokunmamak sağduyu tanımını basitleştirmekten öteye
gidemiyor malesef.
Anlayacağınız sevgili kara koyunlar , Çivisi Çıkmış
Dünya bağırarak derdini anlatırken sesi kısılıyor.Eğer
yumuşak başlı bir kitap arıyorum , sataşsın ama çok da
olmasın diyorsanız bu deneme tam size göre.
Keyfli okumalar kara koyunlarım.
Sizlere yünlü kurabiyelerimle veda ediyorum.
Şimdilik.
17 Tem 2009
Kısa Bir Reklam Arası ...
Ve şimdi reklamlar...Toplum mühendisliği ya da
gavurcasıyla söylersek 'civil engineering' denilen
-fenomen-i (bakınız çok elitim olgu demek yerine
fenomen demeyi tercih ediyorum , ah nerede benim
şarap kadehim...) uygulamaya girişmiş reklamcı
arkadaşlara anime karakterlerinin sahip olabileceği
boyutta açılmış gözlerle bakıyorum.Evet yaptığım
eylem bu.Bakma eylemini gerçekleştiriyorum belki
ama anlama eylemi gerçekleşir mi bilemem.Bu zatlar
bilinçsizce ( 4 ya da 2 yıl süreyle ) işin okulunu
okuyup(!) "reklamcı" ya da "reklam yazarı" oluyorlar
biliyorsunuz.İşte okuma faslı bittikten sonra kafaları
ütülenmiş bu arkadaşların %99'u (%1'e haksızlık etmek
istemedim) yaratıcı oldukları sanrısıyla ileri
derece depresyon ve şizofreniye mükemmel birer örnek
oluşturuyorlar.Bu nedenle bu arkadaşlara buradan
-yaratıcı olmayan biri olarak - nutuk atmak istiyorum:
Ey bilinçsiz reklamcı birey! Yaratıcılık kisvesi
altında önce sana , sonra da topluma yutturulan şey
ileri derece tüketim özentisidir.Sen reklam yaptığın
sürece , hedef kitlenin %99'u (%1 hala gönlümde ayrı
bir yerin var ) -fenomenlerle- (senin dilinden
konuşuyorum tatlım ) mutlu olduğunu sanmakta veya
mutluluğu çamaşır makinesi ya da tüy dökücü kremde
bulabileceğini düşünmekte.Bunun suçlusu sen değilsin
elbet , ancak içinde bulunduğun düzenin ve insan
manipüle etme durumunun yaratıcılık olarak adlandırılmasına
da izin verme.Bu sıradan birinin sıradan tavsiyesidir.
Gözlerinden öptüm reklamcı birey.
Reklamlar bitti...
16 Tem 2009
Jean Baudrillard , Açılmış Gül ve Şampanya Şaşkınlığı
Şaşkınlıklara gark etmiş benim yürek , zıp zıp
zıplarken , koyunun tekiyle karşılıklı göbek atıyor
blog okuyan güzel kara koyunlar!Jean Baudrillard
amcamızı bilen kimi kara koyunlar vardır elbet
aranızda.2007 yılının kedilerinin aktif cinsel
yaşamları doruğa çıktığı sıra bu amcamız postmodern
dünyasına ulaşmış , minimal partiküllere ayrılmak
üzere tabut isimli aracısıyla doğaya salıverilmişti -
bilen bilir.Neyse , bu amcamız taaa 1970 yılında bir
kitap yazmış , Tüketim Toplumu.Geçenlerde bunu almış
bulundum.İyi sosyolojik inceleme , mükemmel tanımlama ,
harika değerlendirme diye hayranlık kalpçikleri
uçuşurken etrafımda beni şu ana kadar şaşkın bırakmış
olan paragrafı okudum.Koltuklarınıza sıkıca sarılın
kara koyunlarım benim ...
Malum reklamları bilirsiniz koyunlarım , bir adet
kırmızı gül ve bir şişe şampanya.Kadın ve adam aşk
tazelemekte , romantizm doruklara ulaşmış durumda .
Ya da öyle mi?
Peki bu kırmızı gülün açılış anı, dişi bireyin cinsel
birleşme öncesi vajinasındaki açılış anıysa ? İyice
çalkalanmış şampanyanın , bu kırmızı gül karşısında
ereksiyona uğramış bir penis olabileceği fikri
saçma olabilir mi ? Şampanyanın patlayış anının ise
boşalan erkeği sembolize ediyor oluşu mümkün mü ?
Cinselliğin meta haline getirilişi , içi boşaltılması
ve değersizleşmesi için çabalayan büyük şirketler için
mükemmel bir kullanım ve fayda sağlamaz mı bu durum ?
Nesneleşmiş cinselliğin şaşırtıcı bir örneği bana
kalırsa bu imgeler.
Bu durumu bir yerde okumadan fark eden kara koyunlara
saygılarımı sunuyorum ve hayranlığımı kendilerine
iletiyorum.Kalan koyunlarım lütfen benimle yorum ve
şaşkınlığınızı paylaşın ki Voltron olalım , değil mi ? ...
20 Nis 2009
FMA is Back !!
FMA is back!Geçenlerde Fullmetal Alchemist'in yayınlandığı
sitelerden birinde böyle yazıyordu.Yeniden - ve mangaya uygun
olarak - çekiliyor FMA.Benim de ağzımın suyu aktı elbette.
Son günlerde okültizm , simya , mistizm , masonlar , Tapınak
Şövalyeleri , Gül-Haç vs... hakkında sürekli okuduğum için
yemek üstüne ekmek kadayıfı gibi oldu .
Kendime bir adet Homunculus yapıp evde besleyesim geldi.
Edward da kocam olsun , Sanayi Devrimi zamanı İngiltere'sinde
simya yapıp mutlu mesut yaşayalım.Edward gibi kocam olsun ,
bir milyar yen borcum olsun diyeyim.
İzleyin yeni çekim FMA'yı uleyn!!
19 Mar 2009
Teklonojik Aşk Saçmalıkları - Romantik Telefon
Tren , metro gibi raylı toplu taşıma araçları için
yazılan hikayeler , şiirler yok edilsin , yansın kül
olsunlar da görmeyelim bir daha.Teknolojik aletler nasıl
romantik çağrışımlar yapabilir ki? Yakında metrobüs için
de sulandırılmış aşk dolu saçma hikayeler yazılmaya
başlanırsa şaşırmayın sevgili blog okuyucuları.Bir
düşünsenize , bilimadamı abimiz oturup kasıyor , senelerce
fizikti matematikti her şeyde uzmanlaşıyor , sonra para
kazanmak için bir fabrikaya giriyor , fabrikada kasıp
son model bir cep telefonu üretiyor ve salak bir şarkıcı
çıkıp cep telefonu ile aşkın harmanlanmasıyla yazdığı
iğrenç bir şarkıyı içinde bol bol dansçı kız bulunan
bir klipte bağıra bağıra söylüyor.Bu mudur yeni toplumun
aşk anlayışı?Romantizm laptoplarda , cep telefonlarında
mı aranır oldu?Metroya bindiğinizde bir an önce inmek
dışında aklınıza bir şey geliyor mu?Bilgisayar kullanırken
aklınıza sevgiliniz mi geliyor?Binlerce saçmalık.Neyse
şimdilik gutbaaay .
9 Mar 2009
Kıllı Başın Kılsız Öyküsü - Eksiktir...
Abdullah Kıllıbaş o gün her zaman yaptığı şeyi tekrar yaptı ,
soyadından nefret etti.Soyadından nefret etmek onun için bir nevi
ayin sayılırdı , sıkıntıyla geçirdiği her iş gününü nefret talimleriyle
doldururdu.Rahmetli babası Ali Nusret Bey , bir sandık dolusu
içi kurtlu cevizden ayrı bir tek bu sevimsiz soyadını bırakmıştı
oğluna.Rahmetli anası Makbule Hanım ise ömrü billah laf ettirmemişti
çok sevdiği kocasından aldığı soyadına.Ara ara iğnelemeye çalışan
konu komşuya da ağız açtırmamış ; söz edecek gibi olduklarındaysa
çuval dolusu küfrü odaya döküp , gelenleri evden kaçırtmıştı.
Abdullah , Ali Nusret Bey ile Makbule Hanım'ın ortanca bahtsız
oğullarıydı ; beş doğum ve iki düşük arasında , Erzurum'un karlı
köylerinden birinde , tezek sobasının yanı başında doğmuştu.Anasının
rahminden önce kafası çıkacağına ayakları çıkınca , böyle bir şeyi
ömründe ilk defa gören köyün ebesi Sümbül Ana basmıştı feryadı.Ebe
Sümbül'ün feryadına koşanlar ise tezeği bitmiş bir soba , sobanın
hemen yanında duran kanlı bir çarşaf , çarşafın ucunda bacakları
açık yatan Makbule Hanım ve Makbule Hanım'ın bacaklarının arasında
çıkartılmayı bekleyen iki bacağın sahibi Abdullah'ı görmüşlerdi.Bu
görüntü köy ahaline iki aylık dedikodu malzemesi sağlamıştı haliyle ,
kadınlar ikindi çayı için toplandıklarında Makbule Hanım'ın içine
giren cinden , erkekler ise kahvede tavla atarken Ali Nusret Bey'in
gençken yaptığı zinaların dönüp dolaşıp oğullarını bulduğundan
bahseder olmuştu.Mahallenin çocukları , Abdullah'ın dokuz yaşındaki
ablası Şükrüye'yi Kuran kursuna giderken taşlamış , "şeytanın bacısı"
diye kovalamışlardı.Şeytanın bacısı olabilecek en son kişi olan
saftirik Şükriye ise eve doğru koşarken çamura düşüp , hem anasının
iğne oyasıyla çevrili yazmasını , hem de babasının süt anasından
kalma en az yüz yıllık Kuran'ı rezil etmiş ; eve ulaşabildiğinde ise
karşısında birazcık merhamet yerine bacaklarında kısa ömrü boyunca
geçmeyecek izler bırakacak oklavayı bulmuştu.Şükriye'nin başına gelenlerden
sonra eve nazar değdiğini düşünen Kıllıbaş ailesinin kodamanları ,
evin üzerinde dolanan kem gözleri kovalamak için imamın karısı Nemide
Hoca'yı çağırmışlardı.Dua günü eve yemek yapmak için çağırılan her biri en
az altı - yedi çocuk sahibi mahalle kadınları , o kadar çocuğu emzirmekten
yere kadar sarkmış göğüslerini su böreği açarken ileri geri sallamış ,
yufkaların ince mi kalın mı olduğunu tartışırken de Makbule Hanım'a sini
başı öğütler vermişlerdi.Onca curcunanın arasında Ali Nusret Bey , yeni
doğan oğluna göz kulak olması için ikinci çocuğu Sabit'i sakız alma
vaatleriyle görevlendirmiş , aslında pek de iyi etmemişti.Eve gelenlerin
Abdullah'ın yastığına taktıkları altınları görüp kıskanan altısına yeni
basmış Sabit , üzerindeki altınlara aldırmadan Abdullah'ın başının
altındaki yastığı çekmiş , henüz iki günlük bebeğin suratına bastırmıştı.
Şans eseri , Abdullah'ı kolaçan etmek için odaya gelen yeni evli teyzesi
Nurhan , yeni doğan yeğenini boğan sevilme sırası geçmiş yeğenini iş üstü
yakalamış ; kulağından tutup , ağlata ağlata anasının yanına götürmüş ,
ardından da temiz bir dayak atmıştı.Teyzesinin elinden zor bela kaçan
Sabit ise koşarken babasının halası Güler Nine'ye çarpmış ; zaten doksanına
merdiven dayamış , bronşitten muzdarip kadıncağız yere düşüp kaburgasını
kırmış , kaburgasını kırışından en fazla iki dakika sonra ise olduğu yerde
ölmüştü.Tüm bu olanlar yüzünden Abdullah'ın adı kısa sürede uğursuza çıkmış ,
köydeki herkes ondan nefret eder olmuştu.
7 Mar 2009
Şahsi Hakaretlerim - Sadece Saçma
7 24 sabit saçmalama düzeni.
Ne yazmak istediğini
bile bilmeyen salağın tekisin .
Yerine oturmuş ,
şekillenmiş tek bir düşüncen yok .
Onun yerine beyninde
bir kazan çorba kaynatmış , içine bulduğun her şeyi
ekliyorsun.
Ya çok tuzlu oluyor ya çok biberli.
Kulakları küpeli.
Pis deli.
Sevimsiz maymun.
Pırasa saç.
Kat kat göbek.
Tiz.
Ayrıca no tin.
Kara kedi kişiliği.
Ace beyazı.
Büzülemeyen torba ağız.
Özetle bu kadarsın .
6 Mar 2009
Sitem - Fazlasıyla Kısa
Ey insanoğlu - kızı , her ne isen ! Bu kendini
beğenmiş tavır doğanda mı var , yoksa binlerce yıldır
kapatıp , sandıklara soktuğun gerzekliğin gün ışığına
çıktı da bizim mi haberimiz yok.Ne zamandan beri diğer
canlılardan üstünsün ya da ne zamandan beri diğer
canlıların kralı olduğun hayaliyle boğuşuyorsun?Ne
aslanların ormanları sana vermeye ne de kartalların
dağ tepelerini sana bırakmaya niyeti yok.Doğa sen
elini sürmesen de kendini idare edebilecek durumda.
Öyleyse kim sana en değerli olduğun yalanını
söyledi?
4 Mar 2009
Toradora - Ağlayabildiğim Tek Şey
Elimde değil , ne yaparsam yapayım Toradora'ya
ağlıyorum.Cisimleşmiş , gerçek olan şeylere ağlayamam
örneğin.Ama lanet bir anime yüzünden her hafta zır zır
ağlıyorum.Aslında ne hayatıma benzer bir yanı var , ne
de bana bir şey hatırlatıyor.Ama sürekli ağlıyorum ,
hangi bölümü olursa olsun.Ben ağlamaya gidiyorum ,
gutnayt beybiler.
27 Şub 2009
Düşünce Oltası - Yem Olan Merak
Düşünceleri yakalamak için odamın ucunda oturmuş ,
düşünce denizine olta sallıyorum şu an.Ara ara oltaya
bir iki düşüncemsi şey takılıyor , ama öylesine ufaklar ki
düşünce diye nitelendiremiyorum .Gerçek bir düşünce
yakalamanın zorlaştığı günlerdeyiz artık , düşünce
yakalamaya çalışan çok fazla insan ve onların gözükmeyen
ama varlıklarını hissettiren odaları var her yerde.Kimi
zaman iyi düşünceleri daha şanslılar yakalayabiliyor.
Daha yetenekli veya daha donanımlı değiller oysa , biraz
daha şanslılar.O yüzden diğer düşünce avcıları bırakmasınlar
başladıkları işi yarıda.
Düşünce yakalamanın inceliklerinden biri sağlam düşünce
oltası bilgisine sahip olmaktır.Düşünce oltasını nasıl
kullanacağınızı bilirseniz eğer düşünce yakalama işlemi o
kadar kolay olur.Düşünce oltasının özelliklerini bilen pek
insan yoktur aslında.Düşünce oltası , milyarlarca yazıdan ve
kitaptan oluşmuş oldukça uzun bir oltadır ve taşıyabilmek
için uygun karaktere sahip olmak gerekir.Düşünce oltasının
ucuna takılması gereken ve düşünceleri en çabuk kendine
çeken yem , meraktır.Sahip olduğunuz meraktan oltayı her
sallayışınızda bir parça kullanırsanız , iyi bir düşünce
yakalama ihtimaliniz yükselir.Öğrenme isteği ve zevk de iyi
birer yemdirler , ancak merak çok daha etkilidir.Düşünce
yakalamanın en önemli sırrı ise sabırdır.Sabırlı olmadığınız
sürece düşünce denizinde istediğiniz gibi bir düşünce
yakalamanız imkansızlaşır.Bunlar düşünce avının altın
kurallarıdır.
Ben kendi düşünce avıma döneceğim birazdan.Oltama iyi bir
şey takılırsa sizlerle paylaşırım , şimdilik hoşçakalın.
23 Şub 2009
22 Şub 2009
Pizza Düşünceleri - Fırın İçi Ruh Hali
Hazır pizzanın fırın içerisinde sürekli olarak
360 derecelik dönüşler yapması onun ruh sağlığında
değişikliğe sebep oluyor mu cidden bilgim yok.
360 derecelik turların her birinde "ah harika
bir dönüş gerçekleştiriyorum , üzerimdeki peynirin
erimesi muhteşem hissetmemi sağlıyor , hey bu
üzerimde mükemmel kokularla kızaran şey bir zeytin
mi ?" diyebilir elbet.Belki de " of , uzun süre
dev gibi buzluklarda kaldıktan sonra şimdi de 260
derece sıcağa mı katlanıyorum , burası tam bir
cehennem" diyor olabilir.Emin değilim.Bildiğim ve
uzay - zaman eğrisinde gerçekleşecek olan tek şey
biraz sonra onu mideme yollayacak olmam.Paralel bir
evrende benim yerimde bulunan kişinin de şu an
benim gibi pizza yeme hayali olup olmadığını merak
ettiğimi söylersem eğer , huzurlarınızda kocaman
bir yalancı damgası yemiş olacağım.Merak ettiğim
yok elbette.Neyse , ben kendi boyutumda tıkınmaya
gideyim , gutbay.
20 Şub 2009
Yasak Elma Arzusu - Günahı Özlemek
Tadını alamadığım , kokusunu içime çekemediğim ,
parmaklarımın uçlarını üzerinde gezdiremediğim tek
varlık sensin.Sen bana asırlardır yasak olan tek
elmasın.Avucumda tutamadığım halde günahı tüm
hücrelerime enjekte edensin.Günahkar olmanın
zevklerini hissettirecek kadar arzulanası ve
asla benim olmayacak kadar imkansız olansın.
Sen , bana ait olmayansın.
Yıllarca beni çağıran tenine uzaktan baktığım ,
dokunmadığım için yakansın beni.Yandıkça vücudumdan
parça parça kopan benliğimin her kopuşta öldüğünü
ve senin için dirildiğini anlatansın bana.Diriliş
için tek dayanağımı ve her ölüşümü zevkli kılmamı
benden çok uzaktaki varlığınla sağlayansın.
Sen , bana ait tek sırsın.
Rüyalarımda kirletmeye kıyamadığım , hayallerimle
özünü bozamadığımsın.İstediğim ve bedenimden
ayrılana kadar istemeye devam edeceğim , yalnız benim
olan günahımsın.
Sen , geçmişte bırakamadığımsın.
19 Şub 2009
Düş Baltalanması - Aradaki Duvar
Elimde balta , kimi düşleri baltalama çabası
içindeyken , baltalayamayacaklarımı görüp üzülsem
mi diye diye düşünürüm.Baltalama işlemi yapamayacağım
şeyler sinirlendirse de içimde sakladığım mektubun
zarfını makasla keserseniz içinden saygıyla
tütsülenmiş özenti çıkacağını görürsünüz.Çünkü
onlar zekamın ötesine geçmiş , kendilerine çoktan
başka bir boyutta yumuşacık bir yer edinmişlerdir.
Balta darbelerinin ( çevredekilerin boş hayallerine
indirildikleri zaman onları öldüresiye kanatsa da )
diğer boyutla aramıza giren Berlin duvarına çizik
bile atamayacak kadar güçsüz salınımlara sahip
oluşlarını hissederim bazen.İşte hayal kırıklığı
ve benim için düş baltalanması budur.Diğerlerinin
düşleri , varlıklarını Newton yasalarına uygun
sabit korunumla sürdürdükleri sürece ben düşlerimi
en tepeye çıkaramam.Zaten baltaya sahip olmamın
yegane sebebidir en iyi düşlere sahip olma tutkum.
Ve aramızda tığla işlenmiş dantelden bir set olmasa ,
rakibim olan tüm hayalcilerin düşleri çoktan
baltayla tanışmış olurdu.
Eski Yazı Kırıntıları - Yarım Bıraktıklarım
Epey eskiden yazmaya başlayıp da yarım bıraktığım
bir yazı :
"Doğduğum an , öldüğüm andı.
Bunu çok zorluk çekmiş birinin serzenişi olarak görmeyin
sakın , sadece kalbimin doğumumdan sonra bir kaç saniye
durmuş olmasının abartılı bir anlatımı.Ölümle yaptığımız
bu kısa süreli toplantıdan sonra , beni yanında götürmeye
değecek kadar yeterli bulmadığını anlamamış , gözlerimi
açıp yaygara koparmışım.Annemin "en mutlu anlarım" olarak
tanımladığı o dakikalarda ben , bütün duygularımı ölüme
kaptırdığımdan bihaber , doğmuş olduğum için ağlıyordum.
Bebekler bedava yaşadıkları , her ihtiyaçlarının karşılandığı
yuvalarından ev sahiplerinin aşırı çabalarıyla dışarı
atıldıkları için ağlarlar çoğunlukla.Elbette ben de tıpkı
diğer bebekler gibi kovulmuş olmayı kabullenip susuyordum
bir süre sonra.
Doğumuma ait tüm anılarım ise bunlardan ibaretti(tabi tüm bu
anlattıklarımı hatırlamıyorum , hepsi ikinci el satın aldığım
bilgiler).Bu çok ıslak sonradan edinme anılarımdan sonra
anımsayabildiğim ilk gerçek anım ise nerede olduğunu hatırlamadığım
yıkıntılar arasında dolaşırken bir kaç çocuğun beni sıkıştırıp ,
dövmesiydi.Neden böylesine garip bir şeyi hatırladığımı
soranlar olur hep .Sebebini bilmesem de , bilinçaltımın bunu
unutmamam için beni dürtüklediğini düşünürüm.Okula başlamadan
aldığım ilk dersimi oluşturdu bu :
'İnsanlardan nefret et.'
İnsanlar güzel anılarını hatırlamayı tercih ederler , benimse
çok fazla seçeneğim olmadı.Hatırlayabildiğim en eski anının bana
emanet bıraktıklarından sonra hep yalnızdım.
......................"
18 Şub 2009
Avucunda Kalmış Aşk - Soğuk ve Sıcak
Geçen gece kaybetti onu.Avucunda sımsıkı tutardı
aslında.Yine de kaybetti.Kaybolmayacağından öylesine
emindi ki , gidişinin farkına varamadı gün boyunca.
Gece gelip , etrafı karanlıkla dolunca kalbine ağırlık
çöktü.Kalbi uyarmasa belki anlamazdı hala yokluğunu.
Kaçabileceğini düşünmemişti .Ömrü boyunca avucunda
saklanmıştı , dışarıyı görememişti hiç.Sadece avucunu
açtığında onu görürdü , aslında bu da ona yeterdi.Sadece
avucunu açtığında görebildiği bu insanı kısıtlı zamanında
sevmişti.Aşk , ona göre o yüzü görebildiği parmak aralığıydı.
Avucunda soğukluğu ilk kez hissetti.O yaşına kadar hep
sıcak kalmıştı içi.Küçücük bir aşkı saklamıştı orada ,
kimse görmemişti.Düşünürken irkildi.Uzun zamandır o kadar
sıkıyordu ki ellerini , mutlaka içeride ezilmişti.Bayılacak
gibi oldu , ancak toparladı kendini.Bütün gece ağladı.
Kaçtığından beri aklı karışıktı.Özgürdü artık , ama mutlu
değildi.Güneşi görebiliyordu , ama üşüyordu.Alışması lazımdı.
Yorulmuştu tek taraflı aşkından.Özlüyordu çoğunlukla onu.Ancak
gidemezdi geri.Unutmak istedi onu.Unuttu.
Aramadığı yer kalmadı.Avucu öylesine soğudu ki , dönse bile
kalamazdı orada artık.Aramayı bıraktı.Artık yalnızdı.Kabullendi.
Avucuna son kez baktı ve olduğu yerde uyuyakaldı.
Başka bir avuç buldu sonunda kendine.Daha sıcak olduğundan
ya da hiç saklanmak zorunda olmadığından sevmişti burayı.Belki
de hayat böyle açıkken daha kolaydı.Geçmişi geldi aklına bir an.
Hemen unuttu.Böyle çok mutluydu.
Fazla Kişisel - Marina Kahve ve Tuvalet Üçgeni
Sağlıklı yaşamaktayım , cidden.Milk the Superblogerer
bebeğimle son zamanlarda ne zaman dışarı çıksak sadece
kahve içiyoruz , alkol tüketimi oldukça azaldı.Elbet uzun
sürmez bu durum , eminim ki günün birinde "ciyaaak" diye
bağırıp , alkol tüketimine geri dönecek , bira ve vokta
şirketlerini daha da zengin edeceğim.Ancak o zamana kadar
kahve ile takılacağım , belirteyim.Gerçi kahve de deli
ediyor beni , onu da alkol gibi tüketiyorum.Nitekim bugün
de bir kahve depolaması yaşadım .Oturduğumuz yer , yan
masada karı kız muhabbeti yapan 30larında bir takım erkek
bozmasını saymazsak , epey rahat sayılırdı .Fazla rahattı
hatta , Milk uyuklayıp durdu .Uyumadığı aralarda ise her
bir halta sahip Başak karısına hediye ne almamız gerektiğini
uzun uzun tartıştık ve sonuca ulaşamadık.Sonra ise yaz başı
Londra'ya gitme hayalleri kurduk bir süre ( yapmalıyız bunu
Milk ).En sonunda da hadi kalk yürüyelim dedi.Marinanın
etrafını dolaştık , bu sırada da güzel yatlara sulanıyorduk
tabi.Milk en çok Daddy's Toy adlı bir yatı beğendi , ama
benim favorim kesinlikle en uçtaki dev yat(kendisi bizim
ev boyutunda bir şey ).Şimdi bunları niye anlatıyorsun
e be gerzek diyenleriniz olabilir , şahsen bilmiyorum.
Anlatasım geldi çok.Marina çıkışında Milk ile yollarımız
ayrıldı , eve doğru kös kös yürüdüm.Eskiden olsa yürürken
binlerce şey düşündüğüm , bana garip şeyler hatırlatan o
yol boyunca bugün düşünebildiğim tek şey çişimin gelmiş
oluşuydu( o kadar kahve içersen olacağı budur).Garipsedim.
Sonuç olaraksa şuna vardım , %100 duygusuzum .Üstüne gidip
kendime dert edeceğim hiçbir şeye sahip değilim.Gerçek bir
organik kayayım anlayacağınız.Yaşantım temel işlevlerim
üstüne kurulu , düşünebilidiğim şeyler de onlarla ilgili
haliyle(bkz ; çişimin gelmesi üzerine uzun uzun düşünmem).
Şikayetçi misin bu durumdan diye sorarsanız , hayır
değilim.Laf olsun diye anlattım.Neyse herkese iyi tuvalet
düşünceleri...
17 Şub 2009
Prensesin Gerçek Öyküsü - Çocuklara Uydurma Masallar
Alçak köfte , rüyama girdin.Ben de seni bir güzel
yuttum.Sonra koştum koştum , bir düzlüğe geldim.Sarı
saçlı iki veledin elinden elma şekerlerini kaptım ,
birini yedim , ötekisini bataklığa attım.Bataklıktan
yükselen metan gazıdır dedim , tam gidecektim ,
bataklıktan kurabiye canavarı çıktı.Cebimdeki kurabiyelerin
geleceğinden endişelenerek koşmaya başladım , ancak
kurabite canavarı beni kovaladı.Tam kurabiyelerimi
kaybedecektim ki beyaz atlı prensim beni kurtardı.
Teşekkürlerimi iletecektim , ancak bir baktım prensin
niyeti bozuk .Beni ormana götürüp biiiiiiiiipleyecekken
oradan geçen anka kuşunun kuyruğuna sıkıca tutunup
kaçtım.Anka kuşu durmadan iki gece uçtu , ben de kuyruğunda
uyudum.Sonra bir dağın tepesine geldi , beni kuyruğundan
attı.Ben yuvarlana yuvarlana inerken ayının biri
geçiyordu , üstüne düştüm , ayı öldü.Ayı için yas tutayım
dedim , civar köyün halkı geldi , beni oradan aldı.
Köyde düğün vardı da gelin yoktu , beni gelin ettiler.
Damat geldi , gördüm , öldüm , dirilidim ve kaçtım.
Ormanın içinde koşarken yılanın tekinin tacizine uğradım ,
geyiğin teki de elbiselerimi yırttı.Tam kurtuldum diyecektim
kötü kalpli cadının evine vardım.Kötü kalpli cadı bana elma
verdi , burun kıvırdım .Cadı çok içerledi , umursamadım.
Sonra elmayı bıraktı , pizza ikram etti.Yemek üzereydim
ki narkotik cadının evini bastı , cadıyı yasa dışı iksir
yapmaktan süresiz gözaltına aldı.Tam da iyi ki yemedim
diyecektim , kapının önünde çatışma çıktı.Yedi cüceler
cadının gözaltına alınmasını protesto ederken prensliğin
atlıları karşı saldırıya geçti , ateş arasında kaldım.
Ölmek üzereyken beyaz atlı prens yine geldi , yine kurtuldum.
Ancak bu kez kaçma şansım olmadı da prense yem oldum.İşte
bu nasıl prenses olduğumun öyküsüdür.
Otostopçunun Galaksi Rehberinden - Alıntı...
Otostopçunun Galaksi Rehberinden bir alıntı ;
"Eskiden beri ileri sürüldüğü gibi , Evren tedirgin edici
büyüklükte bir yerdir ve pek çok kişi sakin bir hayat uğruna
bu gerçeği görmezden gelmeye meyillidir.
Birçokları kendi tasarladıkları daha küçük bir yere
memnuniyetle taşınmaktadır , hatta aslında çoğunluğun yaptığı
da budur.
Örneğin , Doğu Galaktik Kolun bir köşesinde , büyük bir
orman gezegeni olan Oglaroon'da 'zeki' nüfusun tamamı yalnızca
küçük ve kalabalık bir ceviz ağacında yaşar.Bu ağaçta doğar ,
yaşar , aşık olur , ağacın kabuğuna yaşamın anlamı , ölümün
amaçsızlığı ve doğum kontrolünün önemi hakkında düşündürücü
minik makaleler kazır , son derece küçük birkaç savaşa katılıp
en sonunda daha zor ulaşılabilen dallardan birinin toprağa
bakan tarafına bağlı olarak ölürler.
Öyle ki , ağaçtan ayrılan tek Oglaroonlular , başka ağaçların
da hayatı destekleyecek kapasitede olup olmadığını merak etmek
ya da öbür ağaçların , yalnızca fazla Oglacevizi yemenin
yarattığı bir yanılsama olup olmadığını sorgulamak gibi korkunç
bir suç işledikleri için sürgüne gönderilenlerdir.
Bu davranış biçimi ne kadar tuhaf görünürse görünsün , Galaksi
üzerinde benzeri davranış biçiminden suçlu olmayan hiçbir canlı
türü yoktur."
16 Şub 2009
Mental Yorgunluk - Okul
Okul açıldı bugün.
Beynimi öldüren eylemlerin başını çekiyor okul.
Her gidişimde beynimdeki yüzlerce nöronun ciyak ciyak
bağırdığını hissediyorum.
Yalvarıyorlar bana , götürme bizi o zindana diye.
El mahkum sürükleyeceğim bugün yine onları.
Ah , hayat kitap okumak ve evde pineklemekten ibaret
olsaydı.
Başka bir şey istemezdim.
Yeter bana onlar.
Aslında okula gitsem de o kocaman pencere kenarlarına
oturup kitap okuyorum zaten.
Derse pek nadir girerim.
Gitmiş olsam da.
Açıkcası polimer malzemelerin yapısı hiç ilgimi çekmiyor.
Demir yüzde 0.2 karbon katıldığında çelik oluyorsa bana ne.
Sıkıcı.
Zaten okula gidene kadar çektiğim yol , dünyanın etrafında
bir tur atmakla aynı değere gelmiştir bu kadar sene boyunca.
Deliriyorum.
Neyse bana okul yolları gözüktü.
Herkese iyi haftalar.
Gift for Everyone - Give Some Gifts
Guguk Kuşu ve antiparadigma tarafından ayrı ayrı
ödüllendirilmişim , ancak henüz şimdi gördüğüm için biraz geç
oldu.Eh ben de 7 blogu ödüllendireyim .
-Milk the Superblogerer
-Teoride Sarhoş, Pratikte Deli
-Farmakolojik deli
-Kelebenk
-Aydan Atlayan Kedi
-Mütevelli Heyeti
-Allegra'nde!
15 Şub 2009
Diğer Tüm Yüzler - Genellikle Ahlaksız
İkiyüzlü olmak dedikleri kadar kötü müdür acaba ? Benim
onlarca yüzüm var çünkü.Kimi zaman ahlaklı ve usluyum , kimi
zaman ise ahlak kavanozuna tükürürüm.Kimi zaman kadın gibi
davranırım , kimi zaman da erkek gibi.Çok okuyan anlayışlı
bir entellektüel olduğum zamanlarım da olur , şımarık ve
çekilemez bir çocuk gibi davrandığım da.
Söylesenize , birden fazla yüzünüz varsa kötü mü sayılırsınız?
Aslında böylesine kıvrak bir yılan olduğum için kendimi
içten içe kutlamıyor da değilim.Biliyorum ki dünya düzeni
insana ancak ona gülümsediğinde gülümser.İnsanlar da sadece
görmek istediklerini görür ve onlara görmek istedikleri yüzünüzü
çevirdiğinizde dünyadaki tüm zenginliği önünüze dökerler.İster
duygusal olarak sömürebilirsiniz , isterseniz de maddi.
Kazançlı çıkartır sizi çoğunlukla , içinizdeki küçük pragmatik
canavarı ancak böyle doyurursunuz.
Bazılarınız içinden " ben asla böyle biri olamam " diye
geçiriyor olabilir , ancak kandırmayalım birbirimizi.Hepimizin
içinde sakladığı farklı yüzleri yok mu ? Bu yüzler , ne zaman ahlak
kalıpları sıkıştırsa kurtarmıyor mu bizi ? Nefret ettiğiniz
insanlara gülümsemek zorunda kalmıyor musunuz ? İstemediğiniz
bir işi yaparken kimi zaman memnuniyet harmanlı sahte yüzünüzü
çıkarmıyor musunuz ortaya ?Sizin de cebinizde taşıdığınız ve
sadece sevdiklerinize göstermediğiniz maskeler yok mu ?
Benim favori yüzüm sabırlı olandır.Her sıkıştığımda işe yarar .
İçimde kafasını küvete sokup işkence yaptığım gerçek kişiliğim ise
kaçmak için debelendikçe daha çok boğulur.Diğer yüzlerim gerçek
olanından daha baskın olanlardır , benliğim ise yanlarında
mahallede sürekli dövülen küçük çocuk gibi kalır hep.Bu yüzden
diğer yüzlerimi severim , güçlüdürler.
İkiyüzlü olmak hala kötü müdür acaba ?
Pigment Eksikliği - Güzellik Mutasyonu
İnsan kendini nasıl güzel bulur ?
Anlayamadığım şeyler...Örnek olarak genç ve dişi bir
insanı ele alalım.Bu genç ve dişi maymun evrilmişi her
arkası boyanarak kapatılmış cam parçasına baktığında
mükemmellikten henüz çok uzak olan bedenini beğeniyor ve
güzel buluyor diyelim.Gözleri renkli olduğu için de kendini
diğer türevlerden güzel buluyor bu kızımız .Ancak kızımız ,
diğer evrilmiş maymunlardan kendini üstün görme sebebi olarak
sunduğu gözlerinin , renk pigmenti eksikliği bulunduğunu ve
bunun mutasyondan kaynaklandığını bilmemekte.
Yani neymiş ?
Renkli gözlüler mutanttır!
Renkli gözlü olan varsa aranızda alınmasın lütfen , bilimsel
gerçekler acıdır.Ancak zaten sorunlu olan gözlerini ( renkli
gözlü insanlar bu yüzden ışığa da oldukça duyarlıdır , gözleri
çabuk bozulur ) diğer insanlara üstünlük kurma aracı olarak
kullanıyorsa , bu toplumun yerleştirdiği çarpık güzellik
anlayışının mükemmel bir örneğini oluşturur.
Size güzel diyenlere inanmayın!
Çünkü onlar da kusurlu.
Göğüslerinize silikon yaptırmanız , onların yağ bezeleri
olduğu gerçeğini veya ince bacaklarınızın varlığı onların
kemik , kas ve lif toplamı oluşunu değiştirmez.İşlevlerini
yitirmediğiniz sürece bütün organlarımız güzeldir.Kendini
güzel bulanlar , üzgünüm ama , sanırım biraz garipsiniz.
14 Şub 2009
Mental Yorgunluk 2 - Bırakmak
Mental yorgunuk version 2 ...
Yorgunluk geçmiyor be arkadaşım , bitmek bilmiyor.
Üstüme fazla gittiğimden söz etmiş bazı arkadaşlar yorumlarında.
Belki fazla yükleniyorumdur kendime.
Ama kendime yüklenmezsem başka kime yüklenebilirim ki?
Kimden almam lazım hırsımı ?
Ya da cidden birine yüklenmem gerekir mi?
Dünya üstünde nefret edilesi herşeye olan sinirimi , şiddete
ve cehalete duyduğum tiksintiyi birilerinin üstüne yüklemem
anlamlı mıdır?
Neyse.
Koca göbekli kedimi sıktım.
Her zaman yaptığı gibi ciyak ciyak bağırdı ve kaçtı.
Huysuz bir erkek kedi.
Genel olarak tüm erkek bireyler için mükemmel bir örnek.
Boğazına düşkün.
Miskin.
Huysuz.
Uykucu.
Sevildiğinin farkında değil.
Ve nerede ve ne kadar uzak olunursa olunsun kendini özleten bir
tüy yığını.
Dedim ya , maymundan evrilmiş canlıların dişi olmayanlarına
benzeyenler için harika bir örnek.
Tüm dünyası da aynı onlar gibi önündeki organa bağlıydı , ancak
ufak bir operasyondan sonra artık işlevsiz.
Blah blah.
Saçmalıyorum yine.
Bıraktım şimdilik.
Beşir ve Son Vals - Sabra ... Şatilla
Vals Im Bashir , güzel olduğunu önceden tahmin ettiğim bir
filmdi.1975 yılında başlayan Lübnan iç savaşının kısa bir
bölümünü , yönetmenin hafızasından silinmiş olan Sabra - Şatilla
katliamını anlatıyor.Yönetmen hafızasında kalan son resimleri
birleştirmek adına , asker olduğu dönemde beraber savaştığı
insanları bulup onlara geçmişi hakkında sorular yöneltiyor.
Ancak aradığı geçmiş pek de güzel görüntülere sahip çıkmıyor.
Film beni öncelikle animasyon olarak etkiledi.Çizimlerde
kullanılan arka planlar oldukça detaylı çizilmişti , ayrıca
el çizimi olması da görselliğine ayrı bir hava katıyordu.En
az Persepolis kadar başarılı olacağından eminim.Ancak filmi
asıl çekici kılan nokta , savaşa , katliama ve acımasızlığa
karşı olan açık sözlülüğüydü.1982 yılında Sabra ve Şatilla mülteci
kamplarında yaşayan Filistinlilerin , aşırı sağcı Hristiyan
Falanjist gruplar tarafından katledilişine kalınan sessizliği ,
umursamazlığı öylesine derinden anlatıyor ki , anlamadığımız ,
hiç bilmediğimiz bir coğrafya üzerinde kendi başımıza gelmiş
gibi hissedebiliyoruz.İsrail'in ( özellikle de Ariel Şaron )
açık destekleyişi , kamplarda yaşayan kadın , çocuk ve yaşlıların
durumlarına bakılmadan vahşice öldürülüşleri ise insanın kanını
donduruyor.
Osmanlı'dan koptuktan sonra huzura kavuşamamış topraklar
Lübnan toprakları.Yıllarca süren iç savaş , insanları din ayırımı
ile birbirlerini katletmeye yöneltirken , nefreti de beslemeye
devam etti.Ne yazık ki nefret , yalnız Lübnan değil , tüm dünyada
gittikçe güçleniyor.
Tüm dünya şiddete boğazına kadar batmış olsa da , filmler de
artık iç açıcı olmasa da , yine de Vals Im Bashir izlenmesi
gerekenlerden.Her ne kadar insanlar gerçek şiddeti filmmişcesine
izlese de ...
12 Şub 2009
Mental Yorgunluk - Yazamamak
Yorgunum .
Fiziksel değil , mental.
Düşünmekten yoruldum.
Sürekli düşünüp de hayatta elde kalacak bir halt yapmamak nedir
bilir misiniz ?
Ben biliyorum , yaklaşık olarak hayatımın son
4 senesini bir şey yapmadan geçirdim.
Uzmanlaştım hatta bu konuda.
Fiziksel güzelliğe sahip olamayan bir kısım gibi ben de kendimi
düşünmeye , zekasal gelişime adadım güya.
Bedeninle yapamadıklarını
beyninle yap.
Ancak anlıyorum ki benden bir bok olmaz.
Ne görüntü var , ne de zeka.
Çaba kelimesinin anlamını bile bilmiyorum sanırım.
O yüzden bir şeyler için de çabaladığım yok , ilerideki yaşantıma
dair ne bir hayale sahibim , ne de isteğe.
22 yaşında bir insanın
sahip olması gereken yaşama isteğinin kırıntısı yok , sadece vakit
öldürüyorum.
Ölmeyi arzuladığım falan da yok , yanlış anlamayın hap içip kendini
öldürmeye çalışan ergen triplerinde değilim.
Hatta böyle konuştuğuma
bakmayın , canım fazla kıymetlidir.
Ama yine de mutlu olmak nedir
fikrim yok.
Ömrümün herhangi bir döneminde mutlu olduğumu hatırlamıyorum.
Hep mutsuzdum.
Neyse , dedim ya yorgunum.
Yazacak halim yok , sonra devam ederim.
11 Şub 2009
Ben Ben Ben - Bencil Bir Yazı
*Tamamen işlevsizim.Diğer bir deyişle bir .oka yaramıyorum.
İnsanlara faydası dokunabilecek biri değilim , çok bencilimdir
çünkü.Bencil olmaktan da oldukça memnunum.Yaşadığım bir tanecik
hayatımı ona buna yaranmak için mahvedemem.
*Hayvanlara aşırı tutkum var.Evde kocaman bir tüy yumağı
( 10 kg olan bir kedi ) beslediğim gibi , evin etrafındaki diğer
tüy yumaklarını da besliyorum.Sinek bile öldüremem.Öldürenlere de
çok pis çemkiririm.Felseme göre eğer sinekleri öldürmeyi düşünmezseniz
onlar da sizi ısırmaz.Denedim işe yaradı.Senelerdir hiç sinek
ısırmaz beni.
*Alışveriş yapabilen biri değilimdir.Elime geçen tüm parayı da
kitaplara harcarım.O yüzden evde giyecek bir halt bulamam genelde.
Ama mağazaları Başak karısı yüzünden periyodik olarak iki haftada
bir gezmek zorunda kalırım.Bütün cadde modasından haberim de
olur haliyle.
*Düzensiz yaşarım , uyku saatlerim olmaz .Günde üç öğün yemek
yediğim bir gün hatırlamıyorum.Yürüştü , spordu hedeydi hödöydü işim
olmaz.Sağlıklı ve fazla bakımlı insandan korkarım .Temizlik manyaklarını
ise hiç anlamam.
*Yalnız zeki insanlarla ciddi muhabbet ederim.Aptallara tahammül
edemem.O yüzden düzgün konuştuğum insan sayısı sınırlıdır.İnsanları da
pek sevmem.Hayvanları tercih ederim.
*Erkek işi diye tanımlanan şeyleri yapıp da erkeklerle dalga geçmeye
bayılırım.
*Çok film ve anime izlemişimdir.Hatta ömrümün çoğunluğu anime
izlemeyle geçti desem yeridir.İki madde önce dediğim gibi insanların
kanlı canlı versiyonlarından hazzetmediğim için , çizilmiş ve sevimli
gözüken hallerini izlemeyi tercih ederim.
*Çok bilen insana taparım.Pervane olurum.Saygıda kusur etmem.Sarıp
sarmalar sandığa koyarım , o derece.
*Kadınların yapması gereken (!) şeylerin çoğunu yapmam.Yemek yapmam ,
temizlik yapmam , bakımlı değilimdir , güzel gözükmek için uğraşmam ,
televizyon izlemem , sevgilimi anlatmam , evliliğe özenmem , çeyiz ile
uğraşmam , namuslu değilimdir , ahlak anlayışım yoktur vs...
To be continued...
Weird Al - All The Weird Things
"Weird Al" Yankovic'i bileniniz var mı ? Ben şahsıyla bu kadar
geç tanışmış olduğum için bir çok parodisini kaçırmışım.Hayatını
merak eden varsa şuraya.
-Nirvana -> Smells Like Teen Spirit parodisi :
Smells Like Nirvana
-Michael Jackson -> Beat It parodisi :
Eat it
-Star Wars parodisi :
Saga Begins
-Gangsta Paradise ve Protestan Amish mezhebinin parodisi :
Amish Paradise
En başarılıları "Smells Like Nirvana" olsa da ben diğerlerini
de oldukça beğendim.İzleyin , pişman olmazsınız .
What is this song all about?
Can't figure any lyrics out
How do the words to it go?
I wish you'd tell me, I don't know
Don't know, don't know, don't know, ooh no
Don't know, don't know, don't know...
Now I'm mumblin' and I'm screamin'
And I don't know what I'm singin'
Crank the volume, ears are bleedin'
I still don't know what I'm singin'
We're so loud and incoherent
Boy, this oughta bug your parents
Yeah!
*belch*
hing!
It's unintelligible
I just can't get it through my skull
It's hard to bargle nawdle zouss
with all these marbles in my mouth
Don't know, don't know, don't know, ooh no
Don't know, don't know, don't know...
Well, we don't sound like Madonna
Here we are now, we're Nirvana
Sing distinctly? We don't wanna
Buy our album, we're Nirvana
A garage band from Seattle
Well it sure beats raisin' cattle
Yeah!
moo..
baa...
And I forgot the next verse
Oh well, I guess it pays to rehearse
The lyric sheet's so hard to find
What are the words, oh nevermind
Don't know, don't know, don't know, ooh no
Don't know, don't know, don't know...
Well, I'm yellin' and we're playin'
But I don't know what I'm sayin'
What's the message I'm conveyin'?
Can you tell me what I'm sayin'?
So have you got some idea?
Didn't think so
Well, I'll see ya
Sayonara, sayonawa
Ayonawa, hodinawa
Odinaya, yodinaya
Yaddayadda, yaaahyaaah
Ayiyaaaaaah!
Arap Çöpleri - Keçiler ve Amerika Çıkmazı
Suudi Arabistan'a Amerikan kültürü egemen olmadan ve çöp
arabalarıyla sokaklarda gezmeye başlamadan önce , buradaki Arapların
çöpleri toplamadığını ( bunu gururlu bir Arap çöp toplamaz diye
açıklıyorlar , bu başka bir yazı konusu ) ,sokaktaki çöpleri
sürü halinde gezen keçilere yedirdiklerini öğrendiğimde epey bir
süre güldüm açıkcası.Aslında keçilerin işine geldiğini düşünüyorum
bu durumun , oldukça yağlı bir işmiş.Tabi keçilerin bu sefaları
70li yıllarda Amerika'nın Suudi petrollerine göz dikmesiyle sona
eriyor.Modernleşme çabası içindeki ( garip bir modernleşme anlayışları
var, kocaman binalar dikip de kadınlara otomobil kullandırtmamak
Suudi Arabistan'ın modernleşme anlayışlarından ) ülke , isteklerini
karşılayan Amerika ile o derece kanka oluyor ki , sonuçlarını şu an
bütün dünya ödüyor.Nixon dönemiyle başlayan , baba Bush döneminde
Bush ailesinin petrol şirketlerine sağlam kapı arama çabasıyla devam
eden Arap - Amerikan ortaklığı bugün Amerika'nın sorgusuz şekilde
kendinden oldukça uzak ülkeleri işgal etmesi için uygun ortam
hazırlıyor.Ama asıl soru şu ;
Amerika keçilerden ne istedi ?
Petrol arzuları bugün tüm ülkelerikorkutuyor , ancak herhalde
bu duruma keçilerden çok üzülen olmamıştır.Karınlarını doyurdukları
alanlarda şu anda kocaman kamyonetler geziyor.Amerikan hegemonyası
keçileri bile etkileyebiliyor anlaşılan.
Suudi Arabistan yalnız keçileriyle değil , İslami - Amerikan tarzı
yeni yaşam şekilleriyle de oldukça güldürmüyor değil.Cep telefonları
ve namus dayatmaları beraber yürürken , Suud Hanedanı üyeleri ülkede
kapalı dışarıda açık geziyor.Kadınlar petrol zengini kocalarının onlar
için yaptırdıkları havuzlara ancak kale duvarlarının arkasında
herkesten uzak şekilde girebiliyorlar.Baş döndürücü tutuculukları
Amerika ile beraber tutucu - modern çıkmazına girip , yaşayan insanları
iki yaşam şekli arasında kalmaya zorluyor , bu da oldukça fazla
psikolog ihtiyacı doğuruyor haliyle .Din zabıtaları her yerde dolanırken
kadınlar ve erkekler flört etmenin farklı yollarını arıyor .Başlarındaki
poşularla beraber Ray-Ban güneş gözlükleri takan Arap erkekleri ve
abayalarının altına Victoria's Secret iç çamaşırları giyen Arap
kadınları...
Amerika'nın yarattığı bu kadar karmaşa kadınları ve erkekleri
oldukça etkilemiş belli.Yine de bence en kazançsız olanlar keçiler.
Sizce ?
10 Şub 2009
Mim - Mimlediğim Edgar Allen Poe
Sevgili PoLLY mimlemiş beni .Pek şiir okuyan biri değilim ama
Edgar Allen Poe severim .Biri Milk the Superblogerer ın lisdeyken
kitabında okuyup dibimin düştüğü Annabel Lee , diğeri de sonradan
okuyup çok sevdiğim The City In the Sea .
Annabel Lee
It was many and many a year ago,
In a kingdom by the sea,
That a maiden there lived whom you may know
By the name of ANNABEL LEE;
And this maiden she lived with no other thought
Than to love and be loved by me.
I was a child and she was a child,
In this kingdom by the sea;
But we loved with a love that was more than love-
I and my Annabel Lee;
With a love that the winged seraphs of heaven
Coveted her and me.
And this was the reason that, long ago,
In this kingdom by the sea,
A wind blew out of a cloud, chilling
My beautiful Annabel Lee;
So that her highborn kinsman came
And bore her away from me,
To shut her up in a sepulchre
In this kingdom by the sea.
The angels, not half so happy in heaven,
Went envying her and me-
Yes!- that was the reason (as all men know,
In this kingdom by the sea)
That the wind came out of the cloud by night,
Chilling and killing my Annabel Lee.
But our love it was stronger by far than the love
Of those who were older than we-
Of many far wiser than we-
And neither the angels in heaven above,
Nor the demons down under the sea,
Can ever dissever my soul from the soul
Of the beautiful Annabel Lee.
For the moon never beams without bringing me dreams
Of the beautiful Annabel Lee;
And the stars never rise but I feel the bright eyes
Of the beautiful Annabel Lee;
And so, all the night-tide, I lie down by the side
Of my darling- my darling- my life and my bride,
In the sepulchre there by the sea,
In her tomb by the sounding sea.
............................................................
The City In the Sea
Lo! Death has reared himself a throne
In a strange city lying alone
Far down within the dim West,
Where the good and the bad and the worst and the best
Have gone to their eternal rest.
There shrines and palaces and towers
(Time-eaten towers that tremble not!)
Resemble nothing that is ours.
Around, by lifting winds forgot,
Resignedly beneath the sky
The melancholy waters lie.
No rays from the holy heaven come down
On the long night-time of that town;
But light from out the lurid sea
Streams up the turrets silently-
Gleams up the pinnacles far and free-
Up domes- up spires- up kingly halls-
Up fanes- up Babylon-like walls-
Up shadowy long-forgotten bowers
Of sculptured ivy and stone flowers-
Up many and many a marvellous shrine
Whose wreathed friezes intertwine
The viol, the violet, and the vine.
Resignedly beneath the sky
The melancholy waters lie.
So blend the turrets and shadows there
That all seem pendulous in air,
While from a proud tower in the town
Death looks gigantically down.
There open fanes and gaping graves
Yawn level with the luminous waves;
But not the riches there that lie
In each idol's diamond eye-
Not the gaily-jewelled dead
Tempt the waters from their bed;
For no ripples curl, alas!
Along that wilderness of glass-
No swellings tell that winds may be
Upon some far-off happier sea-
No heavings hint that winds have been
On seas less hideously serene.
But lo, a stir is in the air!
The wave- there is a movement there!
As if the towers had thrust aside,
In slightly sinking, the dull tide-
As if their tops had feebly given
A void within the filmy Heaven.
The waves have now a redder glow-
The hours are breathing faint and low-
And when, amid no earthly moans,
Down, down that town shall settle hence,
Hell, rising from a thousand thrones,
Shall do it reverence.
Ben kimseyi mimlemiyorum , isteyen yazsın.
9 Şub 2009
Kahve Bahane - Yalan Şahane
Kahve falı bakmaktan nefret ediyorum ! Bu oldukça içten
bir itiraftır , neredeyse her-çekilmez-gün en az iki üç kere
kahve falı bakmak zorunda kalıyorum.Üstelik inanmadığım ve
tasvip etmediğim bir durum bu.E nerden çıktı şimdi bu fal
bakma olayı diye soran olabilir - ki oldukça da haklıdır- .
Şöyle ki , şahsım tarafından yaklaşık dört sene önce (üniversiteye
ilk girdiğim yıl ) etrafımdaki kızların -sayıları pek fazla
olmasa da- kahve falı bakılarak anında arkadaş edilebildiğini
fark etmemle , her haltı bilen falcı durumuna düşmüş oldum.
İlk zamanlar eğlenceli bile sayılabilirdi , ben sallıyordum ,
etrafımdaki şaşkolozlar da yüce bir varlıkmışım gibi beni
dinliyorlardı.Geleceği bilme arzusu insanların içinde o kadar
büyük bir yere sahip ki , kendilerinin bizzat anlattıkları
olayları allayıp pullayıp onlara tekrar yutturmamı bile
anlamıyorlardı.Tabi bu durum seneler geçtikçe ayin şekline
dönüştü , beni her gören "bir kahve içsem falıma bakar mısııııın?"
diye üstüme atlamaya başladı.Korkunç karakterim ( malesef )
yüzünden insanlara olmaz diyemem. Haliyle her falıma bak diyenin
falına bakarım.Herkesin falına baktıkça bendeki masal uydurma
potansiyeli bir gelişti ki sormayın.Kahve fincanlarının içinde
üç kuşak ötedeki akrabalarının hamileliğini bile görür oldum!
Zaten ortalama bir kıza ( hepsine değil , arada akıllı istisnalar
da çıkıyor ) aşk hayatıyla ilgili hikayeler anlatırsanız size
tapar.Sevgilileriyle aralarındaki sorunları anlatırsanız hemen
onaylar , hepsinin sorunu vardır.Sevgilisi yoksa - ki bunu tipine
bakarak da anlarsınız , hemen belli ederler - hoşlandığı adamın
onunla ilgilendiği yalanını sallarsanız mutluluktan uçar .
Güzel bir evlilik hepsinin istediğidir zaten , en az iki tane de
çocuk.Çok nadir duymuşumdur "öyle şeyler yaşamadım" lafını.Çünkü
herkes böyle yaşamayı sever.Kısacası yıllar geçtikçe uzman yalancı
konumuna gittikçe yaklaşıyorum.Aslında turistik bölgelerdeki
lüks otellerde kahve başına 50 - 100 TL arası bir fiyat ödendiği
gerçeğini öğrenince bu işe girmem gerektiğini düşünmüştüm ,
ancak o kadar sıkıcı ki milyarlar kazandırsa bile çekebileceğim
bir iş değil.Hatta mühendis olmak zorunda kalışım bile bu işten
çok daha eğlencelidir diyebilirim.
Kahve falına inananlar varsa özür dilerim , ancak gerçek şu ki
uzman yalancılar tarafından kandırılmaktasınız.
8 Şub 2009
Hitler'in Yahudileri - İsrail'in Müslümanları
Tam 15 kez suikast düzenlenmiş ama yine de ölmemiş bir
adam.O biiir insan düşmanı , o biiir nasyonal sosyalist , o
biiiir savaş uzmanı , o biiiir katil , o biiir anti - semitist ,
o biiir saf ırk takıntılı , o biiir Nazi , o biiir Hitler.
Valkyrie'yi izlerken aklıma takıldı , bir insandan kendi ordusunun
albaylarının bir kısmı bile nefret ederken , nasıl olur da ölmemek
için bu kadar diretir.Defalarca suikast düzenlenmiş ancak her
seferinde kazasız - hatta bir çoğu sıyrıksız - atlatabilmiş.Tanrı
aslında varolsaydı bu garip adamı korumuş sayılmaz mıydı defalarca?
Asırlarca iyinin yanında olan tanrı , birden saf değiştirip Hitleri
koruma altına mı almıştı?O zaman Yahudiler'den nefret eden bu
yaratıcı , şimdi ne oldu da İsrail Filistin üzerine bomba yağdırırken
Yahudi sempatizanı kesildi? Yoksa tanrı hep kötüleri mi sever?
Yüzlerce filmde Hitler'in kendilerine uyguladığı zulmü anlatan
semitistler elbet bu konuda haklıydılar , elbet Hitler tarafından
yapılan soykırım haksızdı ve elbet dünyadaki tüm ırkların sorgusuz
onayını almışlardı.Ancak başlarına gelenler onları aynı şeyi yaparken
haklı çıkarmaya yeter mi?Nazi Almanya'sının günümüz İsrail'inden
farkı var mıdır?Hitler varlığını kendini 1.Dünya Savaşı sonrası
ekonomik çöküntü içindeki Alman halkına borçluydu , ya İsrail?Osmanlı'nın
hala varolduğu dönemlerden başlayarak kendilerine devlet yaratma
çabası içerisindeki Yahudiler yıllarca İngiltere'nin daha sonra da
Amerika'nın kapısını aşındırarak ,2.Dünya Savaşı'nı bahane ederek sahip
olmadıkları topraklar üzerinde kafalarına göre bir devlet kurmadı mı?
İsrail bu kadar kişiyi sorgusuz öldürürken , Hitler neden en büyük
katil sayıldı?
İsrail'in ülkelerine toprak katma şeklinin 3.Reich anlayışı ile farkı
var mıdır?NSDAP ile Likud arasında ideolojik olarak bir fark görebilir
misiniz?Olmert'i , Şaron'u , Peres'i ; Hitler'den veya Himmler'den
ayıran bir özellikleri var mıdır?Cevaplar hayır mı? O zaman neden tüm
suç Hitler'in olsun ki? Neden dünyada soykırım denildiğinde akla sadece
Hitler gelsin ki?
Hitler ne kadar korkunç olsa da ondan kurtulmak için canlarından
vazgeçenler olmuştu.Acaba İsrail'in savaşçı politikasından vazgeçmek
isteyen onurlu Yahudiler de çıkar mı?
Ölüler Mevsimi - Ölü Evi Halleri
Ölüler mevsimi açıldı ! Herkese hayırlı uğurlu olsun.
Ölmek üzere olan insanların telepati yoluyla birbirleriyle
iletişim kurup da "hadi hep beraber ölelim , millet perişan
olsun paso ağlasın zırlasın " dediklerinden şüphelenmeye başladım
açıkcası.Çünkü kimle konuşsam şubat ayı başından beri bir takım
akrabalarının veya tanıdıklarının öldüğünü söylüyor.Ölüm zamanının
ayarlanabilir bir durum olduğu sonucuna varmak üzereyim ölümler
böyle devam edecekse.
Ölü evlerinden hiç haz etmem.Kendi evimden çıkan iki cenazeyi
gördüğümden midir bilmem , ne zaman ölü evine gitsem daralırım.
Sıkıntımın temel nedenleri ise;
1- İnsanların bir kısmının kendinden geçercesine
ağlaması ( ki bu insanlara öleceğimizi biliyorsun da neden imkansız
bir şey gerçekleşmiş gibi kendini paralıyorsun diye hep sormak
istemişimdir ),
2 -Kalanların sahte gözyaşları( bu insan grubu
Oscar alabilecek kapasiteye sahip ama ev hanımlığı vs... gibi
hayat çürüten meşguliyetlerle kendilerini heba ediyorlar),
3-Ölü evlerine götürülen su börekleri ( bu börekler nereden
geldiği belirsiz garip yağlarla yapıldığından dolayı ikram edildikleri
takdirde insanın midesini ağzına getirirler, eğer ölü evinde içinde su
böreği bulunan bir tabak elinize tutuşturulursa tabağı bırakıp kaçın,
uyarmadı demeyin),
4-Akrabası ölmüş olanları sakinleştirici haplarla boğan garip teyzeler
( bu teyzeler ölü evi psikologlarıdır , ellerindeki ilacın işe
yarayıp yaramadığı , zararlı olup olmadığı önemli değildir , görev
bilinciyle ellerine geçen hapları avuç avuç kurbanlarına yuttururlar ,
kurbanlar böylece kesilecek kıvama gelirler),
5-Ölümün acılığı üzerine nutuk atanlar ( bunlar da filozoflardır , dünyanın
gelip geçiciliği , kimsenin dünyada kalmayacağı üstüne anlamlı gözüken
boş sözler sarfederler , düşünceli ve anlayışlı gözükme derdindedirler,
konuşmaya başlayan bir tanesini görürseniz tuvalet bahanesiyle kaçın ,
yoksa hayatınız kararır ) ,
6-Aldığı koltuk takımlarından bahsedenler ( bu grup ölüye pek yakın
olmayıp da oraya gelmek zorunda olanlardan oluşur , ki ara ara kahkahayla
ortama suni şenlik katarlar , ölünün yakın akrabalarının kötü bakışlarına
maruz kalanlardır genelde ) .
Yarın zorunlu ölü evi ziyaretim var.Şimdiden daralmaya başladım.
Emre'yi Unutmak - Geçmiş Portre
Milk the Superblogerer bebeğime Heroes of Might and Magic
oynayacağım diyerek kaçtım , ki tam da bunu yapmak üzereydim ,
blogunda oldukça eskiden kalma bir yazı gördüm - sanırım 2006
yılına ait.Fenerbahçe'de aptal aptal oturduğumuz günlerden
birinde yaşanmış bir şeydi , o zamanlar bu kadar alkolik değildik
elbet , Fenerbahçe'ye ucuz içki içme yeri olarak da bakmıyorduk
(Tansaş'dan alınan bir sürü biraya bakıp oha lan paso kazıklanıyoruz
barlarda , hep böyle içelim deyip , ertesi gün yine barda
kazıklandığımız günlerden değildi ) , yalnızca temiz hava almak
için akşam yürüşe çıkmıştık ve Tesadüf Cafe'nin tam karşısında
bir bankta oturuyorduk.Hatunum o zaman henüz Mimar Sinan'a girmemişti
, oturduğu yerde karalamalar yapıyordu.Bundan sonrası Milk the Superblogerer'a
aittir ;
" -abla beni de çizsene
hım bilmem ki ben pek çizemem ama...
olsun abla anneme göstercem ya olduğu kadar
ya bilmem ki
hadi nolur abla ya
hadi hadi geç peki...
az önce zabıta mendillerimi aldı yaa,varya şu kırmnızı ıslak mendillerden
hıhı
8 milyon sermaye vermiştim onlara hepsi gitti işte anneme göstercem şimdi resmi
bi de inanmayacak, sen parayı gittin resme verdin diyecek,
ama bilir öyle şey yapmayacağımı
nerde oturuyosun
fikirtepede,eve 22 milyon elektrik bide su faturası geldi ödeyemiyoruz annem
merdivene (temizlik) gidiyo şurada tesadüf kafe var biliyo musun orda
mehmet abi var o şimdi beni iddiaya gönderir belki üstünü ver diyom
vermiyo belki 2milyon verir bugün bisikletimi de alıyodu zabıta bu benim
değil dedim yalvar yakar aldım 100milyon istiyo bide benden yaa şimdi
götürüp bisikleti satıcam başka bişey kalmadı 10verirler belki
abla benim gözler ela çiziyon di mi
gördüm çok güzelmiş
ama kirpiklerim uzun yaa...
...
bitti bu
abla sağol çok hadi ben gidiyorum...
13 yaşında hayatın bütün yükleri üzerine yüklenmiş emrenin,biz burda ay şuyum
böyle ay buyum şöyle diye şikayet ederken ,o bütün dertlerine rağmen bana poz
vermek için alabildiğine gülümsüyordu onun için 10dakika içerisinde
yapabileceğim en iyi portreyi yaptım
tam onu çizerken zengin "yat"sahipleri bu kızın bu çocukla ne işi var
dercesine bakışlarını savuruyorlardı bilindik tanıdık ezici bakışlar
emrenin sinirini bozan tek şey buydu işte alabildiğine sinirleniyor a
rabasının camını kırıp kaçsam kimse laf edemez gibi bi laflar ediyordu
bu onun sokağa ait serseri tarafıydı sadece
sonra ona kızıltoprakta gördüğüm boya sandığını yere düşürmüş, ağlayan
küçük çocuğu anlattım ,onun bunu bilerek yaptığını insanlara kendini acındırıp
10-20milyon kaptıgını söyledi,bi de azarladı ;abla istanbullu değil misin ,
bilmiyor musun bunları diye...
ne tezat bu halin istanbul
bir yanda koyarsın yatları katları
diğer yana verirsin cefaları cezaları "
Unutmuştum.Unuttuğum için de kendime kızmakla meşgulüm şu an.
Ağlama Palavrası - Anlamsız Nöron
Gözyaşı bezlerimin çalışması için gereken yedinci kafa
sinirini(fasial sinir) çalıştırabilmek benim için epey zorlaştı
son yıllarda.Duyguların ve kişiliğin gerçekliğine inanmamaya
başladığımdan beri en ağlatıcı durumlarda bile ağlayamıyorum.
Gözlerim kurumak üzere .İnsanların basit sebepler yüzünden
ağlamalarını da anlayamıyorum haliyle.Sevgililerinden ayrıldığı
için ağlayanlar , işten çıkarıldığı için ağlayanlar , vizesinden
düşük not aldığı için ağlayanlar , kilo aldığı için ağlayanlar(böyle
bir grup insan cidden var ) , kaybettikleri için ağlayanlar ,
kazandıkları için sevinçten ağlayanlar (sevinçten ağlamak başlı
başına bir grup oluşturabilir hatta ) , hasta oldukları için
ağlayanlar , ölüler için ağlayanlar , karşılıksız sevdiği için
ağlayanlar vs... Ağlamak rahatlatır yalanıyla kandırılan milyarlarca
insan.Ağlamak nasıl rahatlatır ki? Gözyaşı bezlerim gözümü nemli
tutup , mikroplardan koruyunca rahatlamış mı sayılıyorum ? Ya da
beynimdeki nöronlar saçma sinyaller yolladığı için hayatın tüm
dertleri üstümden kalkıyor mu ? Gözlerimiz kıpkırmızı olunca
dertlerden kurtulabiliyoruz sanırım (demek ki dünyanın gerçek
kurtarıcıları aslında dramalar).Gözlerimizden tuzlu suya benzer bir
sıvı akınca( gözümüze olan biyolojik yararları hariç ) sinirsel
nirvanaya ulaşıp "duygusal birey" olabilme aşamasına geçebiliyormuşuz.
Palavra.
Ağladık diye sevgililerimiz bizi terk etmeyecek değil elbet, patron
bizi işten atıp üstüne yatacağı parayı düşünmemezlik etmeyecek , vizenin
birden 100 gelmesini sağlayamayacağız , aldığımız kilolar puf diye
uçmayacak , mücadelemizi kaybetmemiz ya da kazanmamız değişmeyecek ,
hastalıklarımız aniden düzelmeyecek , ölülerimiz mezarlarından
fırlamayacak ve bizi sevmeyen kişiler birden bize aşık olmayacak.
Ağlamak vücudun gözleri sağlıklı tutması için yaptığı basit bir eylem
ve insanoğlu her konuda olduğu gibi , bu kadar basit olan bir şeye
saçma anlamlar yükleyip kompleks hale getirmeye bayılıyor.Asırlardır
yazılan neredeyse her yazıda , şiirde , makalede,şarkıda ağlayabilenler
yüceltilir ,böylece insanlar ağlayan türevlerine acır ve önceden
şartlandırılmış şekilde onları bağışlar."Ağlarsanız kazanırsınız."
Öğretilen budur.Küçücük yaşlarda okutulan veya anlatılan hikayelerde
ağlayan ve acımamız gereken bir karakter hep bulunur.Büyüdükçe
ömrümüzü bizden daha zavallı sayılmayacak insanlara acıyarak ve
ağlayarak geçirmeye başlarız.Vücudun deforme olup kendini kapama
sürecine kadar bu böyle sürüp gider.
Gözleriniz kurumadığı sürece ağlamayın , çünkü gereksiz.
5 Şub 2009
Harvey Milk - Gay ve Ötekiler
Gus Van Sant , anlatımı sakin olsa da içine Sean Penn'i katarak
eşsiz bir biyografi sunuyor bize ; Milk.
Milk , San Fransisco'nun seçilmiş ilk gay politikacısı Harvey
Milk'in hayatının son dönemlerini anlatıyor.Filmi izledikçe böylesine
eğlenceli bir karakterin nasıl yoz beyinler tarafından aşağılandığını,
yok edilmek istendiğini görüp tiksiniyorsunuz.Eşcinsellerin
yaşamlarını günümüzde de hala çeşitli zorluklarla sürdürdüğünü
göz önüne alırsak , hakları için çabalayan insanların eskiden beri
neler çekitiğini bir nebze anlayabiliriz.
Filmin en önemli kozu ise Sean Penn.Karakteriyle gerek
görüntüsü , gerekse mimik ve jestleriyle birebir uyuşan Penn ,
filmi izlerken size gerçek bir Harvey Milk sunuyor.
Eşcinsellere önyargılı yaklaşımları olan insanları bile etkileyecek
böylesine güzel bir filmi izlemenizi tavsiye ederim.